Komşu Ülke Yunanistan – Ελλάδα
Kalimera!
Yıllar sonra tekrar buluştuğumuz için mutluyum!
En son yazdığım gezi yazım Adana-Hatay yazısıydı
En son yurt dışı seyahatim Batum-Gürcistan ‘dı yani 4 yılı geçmişti yurt dışına çıkmayalı… Pandemi, kurdaki artış derken uzun zaman olmuş 🙁
O zaman başlayalım!
Hikaye şöyle başladı: Kısa bir yurt dışı tatili yapmak istiyordum, çok uzak olmayan, tarihi-kültürel anlamda zengin olan, mümkünse pasaportla gidebileceğim değilse vize almada çok zorlanmayacağım bir ülke arayışındaydım. O sıralar Eternity And a Day (Sonsuzluk ve Bir Gün) diye bir film izleyip çok etkilenince Yunanistan‘a yöneldim, sonra da Yunanistan uzmanı Olkun abiyle konuşunca iyice emin oldum, istikamet Yunanistan’dı 🙂
Bu fikrimden arkadaşım Furkan‘a bahsedince o da gelmek istediğini söyledi ve başladık birlikte plan yapmaya. Gerekli evrakları toparladık, detay planları yaptık ve başvuru yapmaya gittik. Bir hafta sonra başvurumuz sonuçlandı ve maalesef hiç beklemediğimiz bir sonuçla karşılaştık: arkadaşıma vize çıkmamıştı, bana da 10 günlük çıkmıştı 🙁
O ana kadar yaptığımız tüm planlar iki kişilikti ve hepsi bir anda çöpe gitti. Tekrar tek başıma plan yapmak zorunda kaldım. Türk Hava Yolları‘nın hem Selanik’e hem de Atina’ya uçuşu mevcuttu, hangi şehri seçmem konusunda emin olamadım. Selanik’in bizim için anlamı büyüktü ve Atina’da da birçok turistik tarihi yerler bulunmaktaydı. Ben de her ikisini seçtim 🙂
Selanik hakkında hepimiz az çok bir şeyler biliriz, Atamızın doğduğu yer olduğunu ve bir zamanlar Osmanlı toprağı olduğunu biliriz hiç değilse. Sonsuzluk ve Bir Gün filmi de Selanik’te geçiyordu, Alexandros’un yürüdüğü o sahili görmek, orada yürümek istiyordum. Hatta şöyle bir tweet attım
-Yarın ne kadar sürecek diye sormuştum Anna ve sen de cevap vermiştin
+Sonsuzluk ve bir gün kadar…Beni çok derinden etkileyen bir film oldu. Sahnenin çekildiği Selanik sahilinde yürümek ve ardından tekrar seyretmek istiyorum ?????
Eternity and A Day https://t.co/XIiu2gluX0
— Kazım Şerifoğlu (@kazimserif) November 21, 2022
Selanik gidişli, Atina dönüşlü uçak biletimi aldım. Uçuş 8’deydi, erkenden kalkıp hazırlığımı yaptım ve yola koyuldum. Biraz erken gidip Duty Free‘de vakit geçirdim Black Friday kampanyalarını inceledim 🙂 Boarding saati gelmişti ve kapıya geçip uçağa bindim. Bu da olmazsa olmaz pasaport-biniş kartı pozu 😀
Uçuş numarasının 1881 olması da ayrı hoş ❤️ Uçuş çok kısa sürdü, İzmir uçuşu gibiydi(zaten Selanik İzmir’e oldukça benziyor) kalktık, kahvaltımızı yaptık ve inişe geçtik. Sabahın ilk saatlerinde, çok hoş bir uçuştu. IFE(uçak içi eğlence) sisteminde Top Gun filmi vardı, ondan birkaç sahne izleyerek bulut manzarasının keyfini sürdüm. İşte kahvaltı ve Selanik sahili:
İlk gün: Selanik
İndik ve pasaport kontrole geçtik, sıra hızlı ilerledi ve polis memuru bir şey sormadan damgayı bastı. 1X diye bir otobüs var merkeze giden ona binecektim, biletimi aldım(1,8 €) ve 10 dakika bekledikten sonra otobüse bindim. Otobüste biletinizi okutmanız için bir makine var, bir de bilet satın almanız için bir makine bulunmakta.
Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra Aristotelous Meydanı durağında indim ve kalacağım hostele yürüdüm. Hostel meydana 2 dakika yürüme mesafesindeydi, gayet merkezi bir yerde. Hostele giriş yaptım resepsiyondaki görevliler “Kalimera” diye coşkulu bir ifadeyle selamladı beni. O kadar neşeli ve pozitiflerdi ki zaten yüksek olan modum daha da yükseldi. Sanırım mutsuzluk kadar mutluluk da bulaşıcı ve birbirimizi böyle içten, coşkulu sesimizle dahi mutlu edebiliriz 🙂 Check-in işlemlerimi yaparken sağa sola bakıyor, kafamda olan onlarca sorunun hangisinden başlasam diye düşünüyordum. O anda görevli “Merak etme, sana her şeyi anlatacağız” diyerek gülümsedi. Yapmak istediklerim hakkında kısa bir bilgi aldım ve odama çıktım.
Hostel’in adı Zeus is Loose. Mitoloji temalı bir hostel ve tasarımı gayet hoş. Size bir kaç fotoğraf göstereyim:
Her yerde böyle mitolojiyle ilgili sözler, şakalar var 🙂
Ortak alanları var böyle ders çalışmak, TV izlemek, yemek yapmak veya çamaşır asmak/ütülemek için kullanılıyor.
Bu da hostelin manzarası:
Şunu çok net bir şekilde söyleyebilirim ki Zeus is Loose kaldığım en iyi hosteldi. Temizlik, personel, tasarım, oda imkanları, yatak rahatlığı vs her konuda çok iyiydi.
Odama çıktım ve 3 saatlik uykuyla geldiğim için biraz uyumak istedim. Uyumaya çalıştım ama uyku tutmadı, kalkıp şehri keşfetmeye başladım 🙂
Bir yandan etrafı inceliyor diğer yandan sahile inen yolu saptamaya çalışıyordum. Sokaklar hafif kalabalık, her köşede bir pastane ve her sokakta bir müzik çalgıcısı vardı. Hava da o kadar güzeldi ki; ne sıcak ne soğuk, nemli değil, kuru değil, tam gezme havası!
Sahile inerken buzuki çalan bir amcaya rastladım ve böyle kaydettim o anları:
Sonrasında da yukarıda bahsettiğim filmde geçen o meşhur sahile inip boydan boya güzelce yürüdüm. Sahilde yürürken kendimi İzmir’de gibi hissettim 🙂
Sabah yürüyüşünü yaptıktan sonra bir şeyler yemek istedim ve önceden araştırmış olduğum ve resepsiyondan tavsiye ettikleri lezzetlerden yakınımda olana gittim. Trigona Elenidis diye bir dükkan ve orada satılan tatlının adı da Trigona Panoramatos:
Baklava hamuru gibi koni şeklinde bir tatlı, sunum yaparken üzerine krema sıkıyorlar(dondurma da tercih edilebiliyormuş) Güzel bir tatlı fakat bana biraz fazla şekerli geldi. Belki dondurmalı olandan yeseydim dengelerdi, neyse bir sonraki sefer öyle yaparız artık 🙂 Fiyatı 1,6 €
Sonra Konstantinidis diye bir pastaneye gittim, yıllar önce İstanbul’dan gelmişler o yüzden ismi böyleymiş. İçerisi öyle tatlılarla dolu ki insanın iştahının artmaması mümkün değil! Her tarafta göze çok hoş gözüken kurabileyeler, pastalar, şerbetli tatlılar… Ne alacağıma karar vermem 10 dakika sürdü diyebilirim 🙂 Ürünleri incelerken başka bir müşteri olan tonton bir teyze bana gülümsedi ve “merak etme, buradaki her şey çok kalitelidir” dedi ve sonra iyi günler diledi 🙂 Oradan milföy, ballı fındıklı tarçınlı bir tatlı ve Kavala kurabiyesi aldım. Oradan aldıklarım 6,35 € tuttu.
Sonra hostele doğru yürümeye başladım, biraz dinlenip akşam yemeği için çıkacaktım. Yol üzerinde elektronik mağazalarına rastladım ve fiyatları inceledim. Genel olarak elektronik ürünler neredeyse aynı fiyat yalnızca telefonlarda ciddi fark var. Merak edenler için İphone 14 fiyatlarını paylaşayım:
Tax Free faturası kesebilecek bir mağazadan alırsanız %11 gibi miktarını gümrükte geri alabiliyorsunuz. Yurt dışında daha uygun yerler var ama ben gitmişken bir telefon aldım, kayıt hakkım da vardı hem de uyguna geldi 🙂
Hostelde biraz dinlendikten sonra akşam yemeği için odamdan çıktım. Asansörü beklerken iki kişi geldi ve selam verdi. Birlikte aşağıya indik, bana nereli olduğumu sordular ve “Türküm” diyince “Aa ben de oradan yeni geldim, çok güzeldi!” dedi. Sonra hostelden çıkarken bana “Biz bir şeyler yemeye gidiyoruz, bizimle gelmek ister misin?” diye sordular, ben de olur dedim birlikte sohbet ede ede yürümeye başladık.
Biri Fransız ismi Niels, diğeri Avustralya’lı ismi Jesse. Onların daha önce yedikleri bir yere gittik, sipariş verecekken orada yalnızca domuz etli gyros(bizdeki döner) olduğunu öğrendim ve onlara domuz eti yemediğimi söyledim, onlar da kalkıp başka bir yere gidelim dediler. Katsamaka diye bir yere gittik, orada da gyros ve tavuklu kontosouvli diye bir yemek varmış. Ben kontosouvli(tavuk şiş gibi bir yemek) söyledim, yanında patates ve kekikli ekmek de geldi. Genel olarak beğendim ama bizim dönerimizin daha güzel olduğunu söyleyebilirim 🙂 Yemeğin üzerine ikram olarak tatlı getirdiler. Tatlı ne olsa beğenirsiniz? Baklava ve irmik helvası 😀 İkisinden de tadımlık yedim, bizimki tabi ki daha güzel… Oradaki harcamam da 15€ civarıydı.
Yemeğimizi yedikten sonra hostele dönmeden önce resepsiyondan önerdikleri canlı Jaz müziğine gittik. Biraz dinleyip hostele döndük çünkü hepimiz yorgunduk ve ertesi gün Niels ve benim trenim vardı.
Ve ikinci günün sabahı!
Kalimera yeniden 🙂 Güneşli bir Selanik sabahına şöyle uyandım:
07:30 gibi kalktım, kahvaltı için hostelin üst katında bulunan ortak alana gittim. Önceki gün pastaneden aldıklarım ve bir kahve ile kahvaltımı yapacaktım. Hostelin teras katında bar/kafe gibi bir kısımları var oraya çıkıp kahvemi alacaktım fakat henüz açılmamıştı, ben de sokağa inip köşe başındaki büfeden Fredo Espresso aldım.
Fredo Espresso buranın meşhur kahvesi. Espresso’yu köpürtüp buz ekliyorlar. Çok güzel ve ayıltıcı bir kahve, tavsiye ederim 🙂 Onun da fiyatı 2 €’du. Merak edenler için kahve fiyatları:
Ortak alanda kahvaltımı bitirmek üzereyken Jesse geldi ve “Kendime kahve yapacağım, sen de ister misin” dedi, ben de buzlu Fredo Espresso içtiğim için sıcak bir kahveye hayır demedim. Yunan kahvesi almış marketten onu demleyecekti, resepsiyondaki görevli uyardı “o bildiğiniz kahveler gibi değildir farklı demlenir, size göstereyim” dedi ve bizim için demledi. Hazırsanız fotoğrafı geliyor 😀
Tanıdık geldi mi 😀 “Bu bildiğin Türk Kahvesi, bu da cezve” dedim, “Evet aynısı” dedi görevli 🙂 Bu arada şunu da belirteyim: Bir çok yemek bizimkiyle çok benzer, bazıları için aynı bile diyebiliriz. Buna rağmen “Bu kesinlikle bizimdir, siz bizden aldınız” gibi bir söylemle karşılaşmadım. Halk olarak bu konuda daha ılımlılar “Sizde de var, bizde de var” veya “Sizinki o çeşit, bizimki bu çeşit” diyorlar 🙂
Kahvaltıdan sonra yola koyuldum, haritadan gitmek istediğim yerleri resepsiyonist işaretledi ve haritadan baka baka gittim.
Eski tip haritaları seviyorum, her ne kadar telefona şehrin haritalarını indirip çevrimdışı yol tarifi alma imkanım olsa da bu tip haritaları (hostelde mutlaka olur) alıp incelemek hoşuma gidiyor 🙂
İlk durağım tabi ki Atatürk’ün doğduğu evdi, yani Selanik Atatürk Evi Müzesi
Daha önce Adana’da Atatürk Evi Müzesi’ne gitmiştim ama burası gerçekten çok başka. Öncelikle çok iyi korunmuş, bilgilendirme metinleri gayet detaylı, balmumu heykel de aşırı gerçekçi. Ev Türk Konsolosluğu‘nun yanında ve içeride Türk görevliler var.
Çok etkileyici bir müzeydi, Selanik’e yolu düşen herkesin mutlaka uğramasını şiddetle tavsiye ederim. Müzenin karşısında hediyelik eşya satan bir dükkan vardı ve tabela Türkçe yazılmıştı. Girdim oradan birkaç hediyelik eşya aldım, sahibi Türkmüş ama orada yoktu kasada duran Yunan görevli de biraz Türkçe biliyordu. Oradaki alışverişim de 7 € tuttu.
Biraz ilerledikten sonra bir tane daha Türkçe tabela gördüm: Çay – Selanik Gevreği – Kahve
Dedim bi girip bakayım bakalım nasılmış. Yetkin isminde bir genç gevrekten ve Kavala kurabiyesinden ikram etti. Tatlarına baktığım gibi “alıyorum!” dedim. O kadar taze ve lezzetliydi ki bugüne kadar yediğim kurabiye ve gevreklerle alakası yoktu. Zaten dönerken meşhur kurabiyeden almayı düşünüyordum, Terkenlis diye her köşe başında olan pastanelerinden alacaktım. Burayı görünce buradan almaya karar verdim ve 2 kutu Kavala kurabiyesi, bir kutu Selanik gevreği aldım (10 € tuttu) 🙂
Oradan sahile doğru inerken karşıma Rotunda çıktı, klise olarak inşa edilmiş daha sonra Osmanlı Devleti tarafından Camii’ye çevrilmiş bir yapı. Orayı bir süre inceleyip hemen yanında Panagia Dexia Klisesi‘nde de vakit geçirdikten sonra sahile vardım. Bu iki yerden fotoğraflar var ama yazıya eklemiyorum çünkü sayfa boyutu çok artıyor, merak edenler üstlerine tıklayıp görselleri görebilir 🙂
Sahilde şehrin sembolü olan Mimar Sinan tarafından tasarlanan Beyaz Kule karşımıza çıkıyor. Kule sahilin her yerinden gözükebiliyor. Kulenin önünden tekne ile sahil turları yapılıyor. Aslında bu tura katılmayı çok istiyordum, bir önceki gün tekneyi orada görmüştüm fakat o gün tekne yoktu. Sanırım havanın rüzgarlı olmasından dolayı tur iptal edilmişti o gün, içimde kaldı o tekne 🙁 Bir daha gidersem ilk işim olacak!
Beyaz Kule’nin biraz ilerisinde Büyük İskender(Alexander The Great) heykeli vardı. Selanik şehrinin ismi Büyük İskender‘in kız kardeşi Thessalonike’den gelmektedir. Büyük İskender ise ismini Mısır‘daki İskenderiye’ye ve Hatay‘daki İskenderun başta olmak üzere bir çok şehre vermiştir. Anadolu ve Mısır’ın Fatihi, efsane Makedon Kralı Büyük İskender… Onu da biraz inceleyip fotoğraf çekildim, heykelin büyüklüğü ve etrafındaki mızrak/kalkanlar çok güzeldi.
Buradan ayrıldıktan sonra sahilde biraz daha ilerleyip şemsiyeleri görmeye gidecektim fakat tren saatimin yaklaştığını farkettim ve hostele doğru yürümeye koyuldum. Şemsiyelerin fotoğraflarına sonradan baktım, gün batımında güzel bir manzaraya şahit olabilirmişim… Olmadı, bir sonraki sefere artık 🙂
Trene geçmeden önce köşede bir pastaneden ıspanaklı börek ve portakallı kurabiye aldım. Tren saat 17’deydi, hostelden eşyalarımı alıp tren istasyonuna geçtim ve trene bindim. Tren bizim YHT’lere benziyordu, karşılıklı 2’şer koltuk, ortada bir masa, ön vagonda kantin vardı. Tren ücreti 65 € tuttu, bana çok pahalı geldi bu miktar. Eski tip trenler 40 €’muş ve yol biraz daha uzun sürüyormuş. 24 yaş altına da bir miktar indirim mevcut.
Koltuğuma oturdum tren hareket etti, trende wi-fi olur diye umuyordum ama maalesef yoktu. Ben de hem zaman geçirmek hem de bir şeyler yemek için kantin tarafına geçtim, bir çay alıp ıspanaklı böreğimi yedim. Börek gerçekten çok lezizdi, kıtırlığı ve malzeme kalitesi bir üst noktaya taşıyordu böreği. Bu arada Yunanlar da börek diyor ve çok tüketiliyor orada 🙂
Ege denizi manzarasıyla kıyı şeridinden güneye doğru hareket ederken güzel bir Yunan şarkısı dinleyelim:
Bir süre kantinde vakit geçirdikten sonra koltuğuma döndüm, bir müddet sonra Larissa’da durduk ve boş olan koltuklar doldu. Yanıma genç bir çocuk, karşıma da bir çift gelmişti. Telefonumu şarj etmek için şarj aletimi çıkardım ve koltuklarda bulunan prize takmaya çalışırken yanımdaki çocuk “O farklı tip priz, senin şarj aletin uymaz ona benimkini kullanabilirsin” dedi. Ben de teşekkür edip şarja taktım telefonumu ve sohbete başladık. Bu arada yeri gelmişken belirteyim, Yunanistan’da İngilizce konuşma oranı çok yüksek. Neredeyse herkes İngilizce biliyor ve düzgün konuşuyor. Aksanları çok tatlı, dinlerken aklıma hep Pelkas geliyor, üzümlü kekimiz(bir zamanlar) 🙂
Larissa‘da askerlik görevini yapıyormuş, bir aylık kısmı(bizdeki acemilik gibi) bitmiş ve bir hafta izinden sonra 11 ay daha askerlik yapacakmış. Yunanistan’da askerlik 12 aymış ve bedelli askerlik yok gibi bir şeymiş(Fiyatı çok yüksekmiş, kimse tercih etmiyormuş) Biz tam bunları konuşurken karşımızda oturan adam çocuğa bir şeyler söyledi ve önce şaşırdılar sonra gülmeye başladılar. Meğer karşımızdaki adam da askerliğini aynı yerde yapmış 🙂
Bir süre kendi aralarında konuştular, sanırım askerlik anılarını anlatıyorlardı 🙂 Sonra bana askerliğimi yapıp yapmadığımı sordular, ben de yaptığımı söyledim ve bizdeki sistemi anlattım, imrendiler keşke bizim de böyle olsa dediler 🙂 Sohbet muhabbet derken Atina‘ya vardık, Atina’da hava daha sıcaktı(daha güneyde olduğundan muhtemelen) Yanımdaki çocuk metro bileti almama yardım etti ve yönü gösterdi sağolsun. 2 duraklık tren yolculuğundan sonra hostele vardım.
Hostel’in adı Athens Backpackers, isminden de anlaşılacağı üzere tam bir sırt çantalı gezgin mekanı. Selanik’te kaldığım Zeus is Loose kadar iyi değildi tabi ama mükemmel bir konuma sahipti, Akropolis metro istasyonuna 2 dakika mesafede ve Akropolis bölgesine 5 dakika uzaklıktaydı. Check-in esnasında yerel içkileri olan Uzo‘dan ikram ediyorlar. Resepsiyon kısmı aynı zamanda bir bar. Tam interrailci mekanı gerçekten 🙂
Üçüncü Gün: Atina
Erkenden uyandım ve hostelin ücretsiz kahvaltısından yararlandım. Gayet yeterli bir açık büfe kahvaltıydı, dışarda yemeye kalksanız en az 10 euro 🙂
Sonra ütü yapmak için resepsiyondan ütü istedim ve ütü masasının yerini sordum. “Bizde ütü masası yok” demesin mi bana! Ee dedim nasıl yapıcam? Yerde veya yatağın üstünde yapabilirsin dedi. Yatağım da ranzanın üst katı 😀 Odada 4 kişiydik ve diğer 3’ü uyuyordu hem ses yapmadan hem de ranzanın üst katında bin bir zorlukla ütümü yaptım. Eşyalarımı toparlayıp kendimi dışarı attım.
İlk durağım Syntagna Meydanıydı, metro hattının birleştiği ve merkez kabul edilen bir meydan. Hemen önünde Parlemento Binası yer alıyor
Bu binanın önünde birçok kutlama, tören ve protesto gerçekleşmiş. Binanın önünde nöbet tutan askerlerin değişim töreni oluyormuş, ben törene rastlayamadım ama internetten videosunu izleyince pek bir şey kaçırmadığımı fark ettim çünkü o törenin en ihtişamlı ve disiplinli olanını Anıtkabir’de izlemiştim.
Meydandan yürümeye başladığınızda yol boyunca birçok tarihi bina ve heykel görebilirsiniz. Atina Akademisi‘nin önünde sokak müziği eşliğinde küçük bir video:
Buralarda biraz gezdikten sonra Niels ile buluşup Akropolis’e doğru yola çıktık. İkimizin de hosteli Akropolis’e çok yakındı. Akropolis Atina’nın en turistik bölgesi sanırım, sadece içerisinde değil oraya giden yolda ve civarlarında da çok turist var. İşte Akropolis‘e giden yol ve yine sokak müziği!
Akropolis bölgesine giriş 20€ fakat kış döneminde olduğumuz için 10€ verdik. Akropolis Yunancada ‘yüksek şehir’ anlamına geliyor ve Antik Yunan şehirlerinde tepelerin yanına inşa ediliyormuş. İzmir(Bergama), Çanakkale(Assos) ve Rodos’ta da Akropolis’ler mevcut.
Akropolis’e giriş yaptık ve karşımıza ilk çıkan yapı Herodes Attikus Odeon‘u oldu. Günümüze kadar belki milyonlarca kişinin izlediği oyunların oynandığı, konserlerin verildiği devasa bir tiyatro!
Bu da benim “Sana dün bir tepeden baktım aziz Atina!” pozum:
Sırada Yunan mimarisinin en büyük eseri kabul edilen Parthenon vardı. Atina’nın çoğu yerinden gözüken, tanrıça Athena adına yapılan bir tapınak. Biraz araştırınca zamanının çok ötesinde bir mimariye sahip olduğunu ve mükemmel detaylarla inşa edildiğini anlamak mümkün.
Zamanında Türkler tarafından minare eklemek suretiyle Cami’ye çevrilmiş ve bir dönem cephanelik olarak da kullanılmış(Masadayız 🙂 )
Sırayla tüm tarihi yapıları gezdik ve neredeyse yarım gün geçirdik Akropolis’te. Her yapının çok derin tarihi var, keşke rehber ile gezme imkanımız olsaydı çok daha anlamlı olabilirdi. Çoğu kısımda yenileme çalışmaları var, demir ve vinçler gözüküyor bu da yapının estetiğini bozuyor. İşte Niels ile Akropolis selfiemiz 🙂
Akropolis’e girdiğimiz kapının tam tersi tarafından çıkıp şehir merkezine indik. Panathinaiko Stadyumu‘na uğrayıp yemek yemeye gidecektik. Aslında stadyumun içine girip binlerce yıldır oyunların oynandığı o atmosferi hissetmek isterdim fakat hem zamanımız yoktu hem de 10€ vermek istemedik. Panathinaiko Stadyumu 50 bin kişi kapasiteli, 1896 yılındaki ilk (modern)Olimpiyat Oyunlarının başladığı stadyum.
Yorulmuştuk ve acıkmıştık, tarihi yapıları inceleyerek çarşı kısmına doğru ilerledik, Niels‘a önerilen bir restorana gittik. İsmi O Thanasis, bahçede masaya oturduk ve garson geldi ve siparişimizi sordu. Ben de “siz ne tavsiye edersiniz” dedim, kebap diyince “Ben Türkiye’den geliyorum yalnız, kebap bizim işimiz” gibi bir cümle kurdum. Garson da yeni Türkiye seyahatinden döndüğünü her şeyi çok beğendini ama kebapların güzel olmadığını söyledi. Dedim nasıl yani sizin kebabınız Türkiye’dekilerden daha mı güzel? “Bana güven, kesinlikle pişman olmayacaksın” dedi. Kebap ve saganaki sipariş ettim. Gerçek şu ki, adam haklıymış… Yunanistan’da yediğim en güzel yemekti ve hayatımda yediğim en iyi 3 kebaptan biriydi.
Hiç bu kadar iyi olmasını beklemiyordum, kuzu ve dana karışımı etten yapılıyor. Alttaki ekmeği aşırı lezzetli ve kebapla çok güzel gidiyor hatta ben ikinci ekmeği söyledim o derece 🙂 Saganaki de hellim benzeri bir peynir türü, kebapla çok güzel gidiyor. Fiyatlar da ortalama diyebiliriz, kişi başı içeceklerle birlikte 15€ tuttu.
Yazarken bile canım çekti valla 🙁 Neyse devam edelim… Oradan çıkıp biraz etrafı gezdik. Monastiraki meydanında haritalı pozum:
Sıradaki durağımız Akropolis Müzesi. Benim son durağımdı, akşama uçağım vardı ve müzeden çıkıp metroyla havalimanına geçecektim. Müze metronun hemen yanında, Atina Akropolisi’ne giden yol üzerinde yer alıyor. Modern bir tasarıma sahip müzede Akropolis’ten çıkan tarihi eserler sergileniyor. Müzenin kantin ve teras kısmı var oturup Akropolis manzarasıyla bir şeyler içebilirsiniz. Girişte çanta ve montlarımızı vestiyere bıraktık, içeride rahatça gezdik. Giriş ücreti 5 €.
İçeride çok fazla tarihi eser var Niels ve ben daha çok heykel görmeyi bekliyorduk. Görevliye “burada Zeus veya Poseidon heykeli bulunuyor mu” diye sordum o da “Var ama büyük bir heykel değil, küçük bir imitasyon” dedi, “hangi tanrılar var peki” diye sordum “Athena var” dedi. Evet bol bol Athena var 🙂
İşte birçok tanrının bulunduğu, Parthenon‘un alınlığındaki görselin heykelleştirilmiş hali. Ortada Zeus, Athena ve Poseidon:
İçeride fotoğraf çekmek yasak, görevliler uyarıyor. Biz bunu öğrenene kadar birkaç fotoğraf çekmiş bulunduk(Tabi flaş kullanmadan) Daha sonra araştırma yaparken öğrendiğime göre Akropolis’teki heykellerin bir kısmı İngiltere’ye götürülmüş ve British Museum‘da sergileniyormuş! Ne alaka bilmiyorum ama Akropolis müzesinde hissettiğimiz heykel eksikliğinin sebebi budur belki de.
2 saat gibi bir sürede müze turumuzu tamamladık, yorgunduk ve benim uçağım vardı. Hızlı hostele geçip bagajımı aldım ve metroya gittim. Bir de ne göreyim? Havalimanı metrosu 35 dakika sonra gelecekmiş! Neyse ki erken çıkmıştım ve tolore edebileceğim bir vaktim vardı. Atina’nın metro sistemini pek beğenmedim bu arada. 3 farklı hat var, farklı renklerle ayrılmışlar, ortak istasyonlar var. Trenler eski ve çok gürültülü, bizim M1 metrosundan(İstanbul’un en eski metrosu) çok daha fazla gürültülü! Biletler de çok karışık. 90 dakikalık, 24 saatlik, 5 günlük paketler mevcut ayrıca havalimanı için ayrı bir bilet almanız gerekiyor bu paketlere dahil değil.
Havalimanına metro ile vardıktan sonra ilk işim check-in yapmak ve zaman kaybetmeden aldığım cep telefonu için gümrükten Tax Free onayı almak oldu. Uçağın kalkışına 1,5 saat gibi bir zaman vardı rahatça yetişir diye düşünüyordum ne de olsa gümrükçü saniyeler içerisinde onay verip gönderiyordu. Yaklaşık 20 kişilik bir sıra vardı, sıraya girdim dakikalar geçiyor ama sıra ilerlemiyor. Gümrük memuru ile uzun uzun konuşuyorlar, ürünleri gösteriyorlar, aralarında konuşuyorlar yani anlam veremediğim bir şekilde çok oyalanıyorlardı. Bir saatten fazla sırada bekledim, artık uçağın kalkış saati yaklaşmıştı ve daha ben kontrolden geçecek, Tax Free iademi alacak ve kapıya gidecektim.
Önümde Arap bir aile vardı ve bir sürü bagajları, poşetleri vardı. Eğer onları beklersem uçağı muhtemelen kaçıracaktım. “Habibi” diyerek muhabbeti kurdum ve aciliyetimi belirterek ricada bulundum. O da sağ olsun müsaade etti önüne geçtim. Gümrük memuru faturamı aldı, pasaportu istedi, kapalı kutudaki telefona bi baktı ve imzayı attı. Toplamda 30 saniye sürmüştü belki işlem. En son işlem bittiğinde “Bu kadar basit işte aslında” dedi. Ben de içimden “Madem bu kadar basit bir saattir neyi bekliyoruz” dedim 🙂
Koşarak kontrole gittim ve koşarak kapıya geçtim. Kapıya giderken Global Blue‘nun Tax Refund ofisine rastladım, alsam mı iademi diye düşündüm ama orada da sıra vardı ve benim sadece birkaç dakikam kalmıştı kesinlikle yetişmezdi. İademi sonra alırım, alamazsam da yanar artık yapacak bir şey yok diye düşünerek devam ettim. Kapıya vardığımda boarding başlamıştı biraz sıra vardı, uçağa bindim, yerime oturdum. Oturup kemerimi bağladığımda içimde hem bir rahatlama hem de seyahatimin bitmiş olmasının verdiği hafif bir hüzün vardı.
Türk Hava Yolları’nın enfes ikramıyla uçuşun keyfini çıkartırken iniş zamanı geldiğini fark etmedim bile.
İndikten sonra çipli pasaportla sıra beklemeden çıkış yaptım ve Duty Free’den birkaç ürün aldıktan sonra evime gittim.
Ve bir gezinin daha sonuna geldik! Yunanistan’ı çok beğendim, gezip gördüğüm en güzel ülkeydi. Umarım ileride yine gidebilirim 🙂
Gideceklere naçizane birkaç tavsiyede bulunabilirim:
- -Sadece Atina veya sadece Selanik’e gitmeyin, mümkünse her iki şehri de görün
- -Atina için 2 tam gün, Selanik için 1 tam gün yeterli olur
- -Gitmeden önce tarihi yapıları araştırın, mümkünse rehberli turlardan alın, geziniz çok daha anlamlı olur
- -Ön ödemesi olmayan ve iptal ücreti olmayan otel/hostel bulmaya çalışın
- -Gitmeden çevrimdışı haritaları indirin
- -Yöresel yemekleri en güzel yerlerde tadın(Mümkünse tanıdığınız kişilerden tavsiye alın)
- -Magnete 1 eurodan fazla para vermeyin 🙂
*Bu yolculukta bana yol arkadaşlığı yapan Niels’a, birçok tavsiyede bulunup Tax Free iademi benim için alan Olkun abime, Zeus is Loose‘ın yardımsever personellerine çok teşekkür ediyorum.
**Masrafları tam olarak hesaplayamadım ama uçak bileti(indirimli) ve hostel(51 Euro) masrafları dışında nakit olarak 200 euro gibi bir para harcadım.
Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir.
-Sokrates