Hola – Argentina! – Arjantin

Hola!
2023 yılındaki son seyahatim olan Arjantin gezimi anlatmak üzere karşınızdayım. Umarım iyisinizdir ve 2023 yılı sizler için çok iyi geçmiştir. Yeni yılda herkese sağlık, mutluluk, huzur, başarı diler barış dolu bir dünya temenni ederim.
Son bir yıldaki seyahatlerimi kısaca hatırlatmak isterim;
2022’nin sonunda 3 günlük Yunanistan(Selanik, Atina),
Haziran ayındaki 7 günlük Japonya(Tokyo),
Ağustos ayındaki 3 günlük Karadağ,
Eylül ayındaki günübirlik Gürcistan(Batum) – Buna yazı yazmadım daha önce yazılmışı için tıklayınız 🙂
ve Aralık ayında 7 günlük Arjantin!
Yazının sonunda uçuş haritamı da paylaşacağım 🙂
O zaman ¡vamos!
Nerden çıktı bu Arjantin?
Aslında Arjantin’e gitmek hep hayalim değildi hatta Arjantin hakkında birkaç basit konu dışında pek bilgi sahibi de değildim. Güney Amerika kıtasına gitmek istiyordum, tecrübeli arkadaşlarıma danıştığımda hepsi bana Arjantin’i tavsiye etti. Türk Hava Yolları Güney Amerika‘da 4 ülkeye uçuyordu(Arjantin, Brezilya, Kolombiya, Venezuela) ve bu ülkeler arasında en güvenli, en çok gezilecek yeri olan ve en çok ilgimi çeken ülke Arjantin’di.
Planlama Aşaması
Seyahatlerden önce detaylıca araştırma yapıp hazırlanmayı çok seviyorum ve fark ettim ki hazırlığı ne kadar çok yaparsam o kadar keyif alıyorum gittiğim yerlerden. Planlamaya bir ay öncesinden başladım. Arkadaşlarım bana ilk şu tavsiyeyi verdi: İspanyolca öğren! Bu kadar kısa bir sürede yeni bir dil öğrenmek tabi ki mümkün değildi fakat günlük hayatta ihtiyacım olacak kadar öğrenebilirdim. Hemen Duolingo‘da İspanyolca kursuna başladım ve Güney Amerikalı arkadaşlarımdan beni İspanyol’ca çalıştırmaları için ricada bulundum(Yardımcı oldular sağolsunlar) Youtube’dan videolar izleyip seyahat bloglarını okudum, Arjantin’de yaşayanlarla iletişime geçip onlardan da bilgi aldım.
İspanyolca dünyada en çok konuşulan dillerden biri, öğrenmesi çok keyifli ve o kadar da zor değil(Lisede gördüğümüz 4 yıl Almanca’dan sonra) İspanyolca küçükken dinlediğimiz şarkılardan kulağımda yer etmişti( Danza Kuduro, Dale Don Dale, Papi Chulo, Gasolina , Asereje😀 ) Daha sonra Enrique ve Shakira‘yla iyice sevmiştim İspanyolca’yı. O yüzden çalışırken hiç sıkılmadım 🙂
Peki ne zaman gidecektim? Arjantin güney yarımkürede yer aldığı için bizdekinin tam tersi bir mevsime sahip, yani burada kışken orada yaz yaşanıyor. Kışın soğukta gezmeyi sevmediğimden orada yaz mevsiminin yaşandığı zaman gitmek istedim. Aralığın ortası olarak tarihi belirledim ve kalacak yerleri ayarladım.
Hangi Şehirleri Gezecektim? Biliyorsunuz gittiğim ülkelerde ikinci bir şehre gitmeyi severim, 7 günlük bir zamanım vardı Buenos Aires’e anca yeteceğinin farkındaydım ama yine de başka bir şehri görmek istiyordum. Caner arkadaşımın tavsiyesiyle Patagonya bölgesini araştırmaya başladım.
Patagonya nedir? Arjantin ve Şili’nin güneyindeki bölgeye Patagonya deniliyor. Patagonya; doğaseverlere çok şey vadeden eşsiz dağları, gölleri ve manzaralarıyla büyülü bir coğrafya! Biraz araştırdığımda Patagonya bölgesini güzelce gezebilmek için bir ay gibi bir süreye ihtiyacım olduğunu fark ettim. Öyle ki Patagonya’nın güneyindeki Ushuaia şehrinde buzulları, penguenleri ve balinaları görmeniz mümkün.
Ben de en rahat gidebileceğim ve en yerleşik Patagonya şehri olan Bariloche‘yi gözüme kestirdim ve 7 günlük seyahatimin 2 gününü Bariloche’ye ayırdım. Aerolinas Argentinas havayollarının uçuşlarını kontrol ettim ve Bariloche’de bir gecelik bir hostel tuttum. Oranın da önemli yerlerini Arjantinli arkadaşlarıma sorup öğrendim. Oradan birine ulaştım, bizden biri.. Anlatacağım, dördüncü günü bekleyin 🙂
Gitmeden Türk kahvesi, lokum ve cura teli aldım. Yapacak bir şey daha vardı o da Messi forması almak 🙂 Messi hayranı olan dayım “Gideceğin tarih dünya kupası yıldönümüne denk geliyor, kutlama yapabilirler” diyince formamı alıp gideyim hazırda olsun istedim. Uçuş günü geldi çattı, uzun bir uçuş olacağı için rahat bir şeyler giyerek havalimanına gittim.
O zaman harekete geçiren bir müzikle başlayalım mı? İlk dizedeki sözlerini çok seviyorum bu şarkının:
Uçakları seviyorum, seni seviyorum,
Seyahat etmeyi seviyorum, seni seviyorum,
Sabahı seviyorum, seni seviyorum,
Rüzgarı seviyorum, seni seviyorum,
Hayal etmeyi seviyorum, seni seviyorum,
Denizi seviyorum, seni seviyorum.
Uçak sabah 10’daydı, önce 13 saat Sao Paulo‘ya uçacaktık, orada inen ve binen yolcular olacak, uçak yakıt alacak ve temizlenecekti ardından da Buenos Aires için havalanıp 3 saat daha uçacaktık. Toplamda 18 saat sürecekti bu yolculuk. 12 saatlik Tokyo uçuşumdan sonra oldukça uzun bir uçuş deneyimi olacaktı benim için 🙂
Kapıda uçağa biniş sırasındayken bir abiyle tanıştım, aynı şirkette çalışıyormuşuz. Ayaküstü muhabbet edip uçağa geçtik, koltuğum cam kenarıydı ve şöyle bir kanat manzarası vardı:
Yanımda bir Bangladeşli ve onun yanında da Arjantinli yolcu vardı, fıkra gibi bir ekiple 18 saatlik yolculuğumuz başlamıştı. Ben hemen Türk Hava Yolları‘nın zengin uçak içi eğlence sistemini keşfetmeye başladım. En yeni filmler dahil binlerce içerik vardı. Bir önceki uçuş yarıda kalan filmi açıp bitirdim, Görevimiz Tehlike‘nin sevdiğim sahnelerine bir daha baktım. Bu şekilde ilk yemek servisine kadar vakit geçirdim.
Airbus A350‘lerin IFE ekranları gerçekten oldukça büyük, A350’ler 12″ yüksek çözünürlüklü dokunmatik ekranla oldukça tatmin edici bir kullanıcı deneyimi sağlıyor. Kahvaltı zamanı gelmişti, sıcak olarak hindi fümeli omlet ve yanında kahvaltılıklar vardı.
Sonra biraz uyudum ama saatten dolayı mı yoksa heyecanımdan mı bilemiyorum kısa süre sonra hemen uyandım. Yanımda oturanlarla biraz sohbet ettik, Arjantinli olan(Ivana) bana Buenos Aires‘le ilgili güzel önerilerde bulundu. Kendisi İspanya’da yaşıyor, Kimya alanında bilim insanı. Bangladeş’li arkadaşla da biraz futbol ve Afrika üzerine konuştuk. Eklemlerimi hareket ettirmek için kalkıp arka tarafa Fikret abinin yanına gittim biraz da onunla sohbet edip zaman geçirdim. Atlas okyanusunu aşıp Güney Amerika kıtasına ulaşmamıza kısa süre kala akşam yemeği ikramı geldi.
Kaşarlı köfte, pilav, humus, salata ve mus. Lezzetli bir akşam yemeğinden sonra Sao Paulo için alçalmaya başladık. Gün batımında Sao Paulo‘ya indik, inişteki manzara çok hoştu. Kapılar açıldı, bazı yolcular indi, uçağa temizlik ekibi girdi ve temizliğe başladı. Buenos Aires‘e devam edecek yolcular koltuklarından kalkmadan bekliyordu. Uçak yakıt aldı, yeni yolcular koltuklarına oturdu ve Buenos Aires için tekrar havalandık. Bu uçuşta da sandviç ve içecek ikramı oldu. Yaklaşık 2 saat içinde Buenos Aires‘e iniş yaptık. Uçak indi ama biz uçaktan inemedik çünkü yer hizmeti firmasının merdiven getirmesini bekledik. Yaklaşık bir saat boyunca merdiveni bekledik, o sırada Arjantinli sıra arkadaşım gülerek “Arjantin’e hoş geldin” dedi 🙂 Bu ülkede bir şeyler için fazlaca bekleyeceğimden emin oldum o an..
Uzunca beklemenin ardından merdiven geldi, Fikret abiyle birlikte terminale geçtik. Dışarıda çok değişik bir sıcak ve nem vardı. Terminale girdiğimizde uzun bir gümrük kuyruğuyla karşılaştık. Bir saatten fazla da orada bekledikten sonra ülkeye giriş yaptık. Taksi ve ilk gün için dolarlarımızı pesoya çevirmemiz gerekiyordu. Orada bir döviz bürosuna sorduk, bir doları 800 pesodan bozarım dedi, başka seçeneğimiz olmadığı için bir miktar dolar bozdurup taksiye geçtik. Oradaki genç bize bir deste parayı lastikle sarıp verirken “Dikkatli olun, ortalıkta çıkarmayın parayı. Unutmayın dünyanın herhangi bir yerinde tehlikeli olan bir şey burada daha da tehlikelidir” dedi. Gece gece tribe sokmuştu bizi 😀
Ezeiza havalimanı şehir merkezine bir uzaklıktaydı ve toplu taşımayla gitmek oldukça zahmetli olacaktı. Ben de daha önce Arjantin’e gelen iş yerindeki arkadaşımdan taksi numarası almıştım ve daha gelmeden önce konuşmuştum. Chris’le 10 bin pesoya anlaşmıştım, geldi bizi aldı. Varoş mahallelerin arasından geçerken ilginç bir otobüse rastladık, otobüsün içinde bir grup genç yüksek sesle partiliyorlardı. Ne olduğunu sorduğumuzda Chris onun bir mezuniyet otobüsü olduğunu, Arjantin’de mezuniyetlerde otobüs kiralayıp otobüs şehri turlarken parti yapmak oldukça popülermiş. Chris çok hoş sohbet biriydi, yarı İngilizce yarı İspanyolca muhabbet ettik yol boyu. Fikret abiyi Palermo‘ya beni de Recoleta‘daki hostelime bıraktı. Saat 02:30 civarlarında hostele giriş yaptım. Resepsiyonda check-in yaparken “Döviz bozulur” yazısını görünce meraktan sordum ne kadara bozuyorsunuz diye, 950 dedi 🙂 Ben şok oldum tabi, daha bir saat önce 800’e bozdurmuştum. Ya havalimanında çok düşüğe bozmuşlardı ya da gerçekten aşırı dalgalı bir kur vardı Arjantin’de. Orada da bir miktar dolar bozdurup maliyetimi düşürdüm, sonra da odama yerleşip güzel bir uyku çektim 🙂
Birinci Gün: Hola!
Gece yağmur ve şimsek seslerine uyandım, inşallah sabaha diner diyerek uyumaya devam ettim. Sabah uyandığımda telefonumda bir sürü mesaj ve arama vardı. Meğer gece çok ciddi bir fırtına kopmuş, ağaçlar kırılmış, ben havalimanından ayrıldıktan birkaç saat sonra uçaklar rüzgardan yerinden oynamış!
Moralimi bozmadan hemen dışarı çıkmak üzere hazırlanmaya başladım. Odamdaki bir Fransız bir de Hollandalı vardı. Fransız benim geldiğim gün gitti yerine İngiliz geldi. Fiziksel sim kartlar pahalı olduğundan ve kurulum süreci zor olduğundan Airalo uygulaması üzerinden E-Sim aldım, hızlıca kurdum. 2 GB‘lik bir paket aldım ve seyahatim boyunca oldukça işimi gördü. Airalo’da 3$’lık indirim için KAZIM5525 kodunu kullanabilirsiniz! Hostel’den çıkıp kahvaltı yapmak için bir kafeye girdim. Menüdeki yabanmersinli Patagonya çayı ilgimi çekmişti ondan sipariş verdim, yanında da yumurtalı balıklı bir sandviç aldım.
Çay o kadar çoktu ki iç iç bitiremedim, sandviçin üzerine bir de Arjantin’in yerel tatlısı olan chocotorta söyledim. Chocotorta kat kat çikolatalı biskuvi arasında dulce de leche(anlatacağım ne olduğunu) olan bir tatlıydı. Tatlı bitti ama çay yine bitmedi 🙂 Kafenin ismi Tea Connection, birkaç şubesini daha gördüm Buenos Aires’te, tatlı bir mekandı, çalışanları hızlı ve yardımsever, ürünleri ise lezzetli. Tavsiye ederim..
Rotamda San Telmo Pazarı vardı, orada Luciana ile buluşup birlikte gezecektik. Önce ulaşım araçlarını kullanabilmek için Sube kart almam gerekiyordu. Kiosko adı verilen büfelerde kart dolumu yapılıyordu fakat satışı yoktu. Ben de kart almak için metro istasyonuna gittim, ilk gittiğim istasyonda yoktu oradan başka bir istasyona geçtim(bu sırada yağmur yağıyor tabi) nihayet orada bulabildim. 1000 Peso yükledim karta ve San Telmo‘ya gitmek için otobüse bindim. Otobüste kartı okuttuğumda şok olmuştum çünkü yalnız 60 Peso çekti karttan. Buenos Aires’te otobüs/metro ücretleri çok ucuzdu, yüklediğim 1000 Peso(30₺) bana seyahatim boyunca yetti.
San Telmo seyyar satıcıların, antika dükkanların bulunduğu eski bir mahalle. Pazar günleri tezgahlar kurulduğu için özellikle Pazar günü gelmek istedim buraya. Kısa bir otobüs yolculuğunun ardından San Telmo’ya vardım. Luciana ile buluştuk ve gezmeye başladık. Sokak boyunca sağlı sollu tezgahlar kurulmuş, el yapımı ürünler satılıyordu. Bu tezgahlar arasında ilk olarak mate kabı satan tezgah dikkatimi çekti.
Mate çayı Güney Amerika’da en çok tüketilen içecek. Seyahatim boyunca mateyle çok karşılaştım 🙂 Mate kabının birçok çeşidi bulunuyor, kabaktan yapılan, ahşap olan, seramik ve cam olanlar bulunuyor. Ucu filtreli özel pipetine ne bombilla adı veriliyor. Buradaki Mate kapları biraz pahalıydı, daha ucuzunu bulurum diye oradan almadım. Seyyar tezgahları gezdikten sonra Plaza de Mayo‘ya yürüyerek orayı gezdik. Plaza de Mayo Arjantin’in bağımsızlığını kazandığı, protestoların, kutlamaların yapıldığı bir meydan.
Pembe Ev anlamına gelen Casa Rosada Arjantin’in Hükümet Binası. Hükümet demişken ben Arjantin’e gelmeden bir hafta önce yani 10 Aralık’ta Arjantin’in yeni başkanı Javier Milei göreve başladı. Resmi kur Javier’in kararıyla devalüe edildi ve karaborsa(Dollar Blue) ile olan kur farkı sona erdi. Bu durum turistler için hem iyi hem kötüydü, iyiydi çünkü cambio adı verilen döviz bozduran adamlara para bozdurmak zorunda kalmayacaktık, kötüydü çünkü her şeyin fiyatı artmıştı…
Mükemmel mimariye sahip binaları inceleyerek meşhur Buenos Aires Dikilitaşına yürüdük. Obelisco adı verilen 68 metre uzunluğa sahip bu dikilitaş 1936 yılında şehrin 400. kuruluş yıldönümü anısına inşa edilmiş. Buraya yine gelecektim çünkü 2 gün sonra yani 18 Aralık’ta burada kutlama olacağını düşünüyordum 🙂
Sıradaki durağımız Buenos Aires’in en meşhur kafelerinden biri olan Cafe Tortoni. 1858 yılında açılan Arjantin’in en eski kafesi olan Cafe Tortoni dünyanın en güzel 10 kafesi listesine girmeyi başarmış. Kapısında devamlı uzun bir sıra var, biz de ilk kez önünden geçerken sıra çok olduğu için beklemek istemedik, dönüş yolunda ise şansımıza sıra yoktu hemen girdik oturduk.
İçerisini dizaynı çok hoştu, kolonlar ve mobilyalar eski bir kafe olduğu belli ediyordu 🙂 Churros ve medialunas (medeyunas diye okunuyor) sipariş ettik yanında da kahve aldık. Churros’u İstanbul‘da yemiştim, medialunası ilk defa denedim. İspanyolca’da media yarım luna da ay demek, yarım ay anlamına gelen bu tatlı kruvasan’ın biraz daha küçük ve şekerli olanı diyebiliriz.
Burayı içlerinde Albert Einstein ve Katy Perry dahil olmak üzere birçok ünlü ziyaret etmiş, duvarlarda fotoğrafları vardı. İçeride birçok tablo, heykel ve arka tarafta küçük bir gösteri salonu var. Tasarım hoş, hikayesi etkileyici, ürünler kaliteli, yolunuz düşerse uğramadan dönmeyin 🙂
Sıradaki durağımız Puerto Madero, Luciana’nın arabasına doğru yürürken yeniden San Telmo Pazarı‘nın geçtik, yeme içme mekanları, müzikler, kalabalık… Tam bir cümbüş yeriydi, bir müzisyen akordiyonda Godfather müziğini çalıyordu tam kaydedecekken Star Wars The Imperial March ve ardından Main Theme çalmaya başladı, işte o anlar:
Çok sevdiğim bestelerdir, buradan tüm Star Wars hayranlarına selamlar(especialmente para ti Ale!) Puerto Madero‘ya geçtik, burası eski bir tersane bölgesi. Şimdilerde gökdelenlerin, lüks restoranların, kafelerin bulunduğu ve zenginlerin yaşadığı bir bölge. Nehir ve Rio de Plata arasında kalan bu bölgenin elit bir havası vardı gerçekten de. Bulutlar çekilmiş, güneş belirmişti, hoş bir akşamüstü yürüyüşüne başladık. Buenos Aires’in en meşhur yapılarından biri olan Puente de la Mujer(Woman’s Bridge) ‘in üzerinden geçtik. Bu köprünün tasarımı tango yapan bir çifti andırıyormuş, ben pek öyle algılayamadım ama bir de siz bakın:
Nehir boyunca yürüyerek Hard Rock Cafe‘ye gittik. Karadağ’da gittiğim Hard Rock Cafe’nin ardından gittiğim ikinci Hard Rock‘tı burası. Gittiğim şehirlerde eğer yolumun üzerindeyse Hard Rock‘lara uğramak istiyorum. Belli bir kalitesi, şehre özgü hediyelik ürünleri satılan bu kafeler yeme içme için de oldukça ideal.
Saat 8 olmuştu, akşam yemeği sipariş vermeyi söylediğimde Luciana “akşam yemeği için erken değil mi” dedi, öğrendim ki Arjantin’de akşam yemeği saati 10-11 gibiymiş 🙂 Ne yesem diye düşünürken Messi Burger gözüme çarptı, Karadağ’da görmüştüm Messi Burger’i ama tok gittiğimiz için bir şey yiyememiştik. Şimdi Messi’nin memleketinde o burgeri yemenin tam zamanıydı!
Hayatımda yediğim en iyi burgerdi desem abartmış olmam sanırım. Bir şeyin adında Messi ifadesi geçiyorsa en iyisi olması kaçınılmaz oluyor tabi 🙂 Hamburgerin etinin yağ oranı tam olması gereken orandaydı, kıvamı ve pişme oranı da mükemmeldi, yumurta, karamelize soğan ve baharatlar bu lezzeti pekiştiriyordu. Yanında gelen patates ise etli, aşırı lezzetli bir patatesti. Porsiyon o kadar büyüktü ki zor bitirdim!
Yemekten sonra kafenin içindeki Hard Rock Store‘dan Enes ve Raşit için bir şeyler baktım, tişörtler aşırı pahalı olduğu için magnet ve yaka ipi aldım. Arjantin’de ithal ürünlerin ne kadar pahalı olduğunu ilk kez burada tecrübe ettim. Havalimanları dahil bir çok noktada daha Hard Rock Store’a rastladım.
Limanda biraz daha yürüyüp gece manzarasının tadını çıkardık. Gündüz ayrı gece ayrı havası vardı Puerto Madero’nun.
Hafif yürüyüşün ardından Luciana ile hızlı bir Palermo turu yaptık. Palermo her sokağında birbirinden güzel grafitileriyle Buenos Aires’in en güzel mahallesi, bir çok popüler kafe ve restoran burada yer alıyor. Saat geç olmuştu ve yorulmuştuk. Luciana beni hostelime bıraktı, İstanbul’dan onun için getirdiğim Türk kahvesi ve lokumu ona teslim ettim, o da bana Arjantin’in yerel tatlılarından bir paket hazırlamış sağolsun. Şimdi dönüp baktığımda fena bir gün olmamış sanki 🙂
İkinci Gün: Buenos Dias!
İkinci günün sabahından herkese buenos dias! Bugün tur eşliğinde şehrin tarihini öğrenecek ve yapıları detaylı tanıyacaktım.
O zaman şehrin adıyla bağlantılı bir şiirle başlayalım mı güne?
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada âşık oldum;
Eve ekmek ve tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.
Orhan Veli bu şiirinde İstanbul’un havalarından bahsediyordu muhakkak ama “Güzel Havalar” anlamına gelen Buenos Aires‘teyken bu şiiri yad etmemek olmazdı 🙂
İsmi bu anlama gelse de benim şansıma bugün de yağış vardı, yağmurluğumu giyerek çıktım “elbet diner yağmur” diye düşündüm… Hostelime çok yakın bir kafe olan Le Ble‘ye kahvaltı yapmaya gittim. Medialunas, kremalı kruvasan ve çay aldım.
Yağmur sesi eşliğinde caddeye bakan masada tatlı bir kahvaltı oldu, kafenin önündeki çiçekçi de anı güzelleştiren detaylardan biriydi. Kahvaltıdan sonra turun başlayacağı yerde Fikret abiyle buluştum, yağmur devam ederken tur rehberi kocaman turuncu şemsiyesiyle geldi ve tur başladı. Ücretli ve ücretsiz turlar için bu siteyi inceleyebilirsiniz.
Tur çok güzel başladı, rehber şehirle alakalı güzel bilgiler veriyordu. Şehrin kuruluşu, önemli dönüm noktaları, bağımsızlığını kazanması, yapıların tarihi gibi birçok konuda eğlenceli bir dille bize rehberlik yapıyordu. Bir yandan geziyor diğer yandan turdakilerle kaynaşıyorduk. İngiliz çift, Alman, İsviçreli ve biz bir ekip olmuş sohbet ede ede yürüyorduk. Yağmur şiddetini arttırdığı ve ışık kötü olduğu için yapıların fotoğrafını çekemiyordum. Turun ortasında bir fırında mola verdik ve Empanada yiyip dinlendik. Empanada Arjantin’de neredeyse her köşe kafe, restoranda satılan bir yiyecek. Birçok çeşidi bulunan bu hamur işi Latin Amerika’da oldukça seviliyor. Ben de kıymalı(carne), patatesli ve peynirli empanada sipariş ettim ve çayla birlikte afiyetle yedim.
Tura kaldığımız yerden devam ettik yağmur altında yaklaşık bir saat daha yürüdükten sonra vaziyetim bu şekildeydi:
Ziyadesiyle ıslanmıştım, yol üzerinde şemsiye bulsam alacaktım ama bulamadım. Tur rehberinin bahsettiklerinden aklımda kalanlar şu şekildeydi:
-Arjantin bir zamanlar dünyanın en zengin ülkesiymiş(Bu yüzden Avrupa’dan çok göç almış)
-Buenos Aires’i İspanyollar keşfetmiş ama İtalyanlar kurmuş. (Buenos Aires’te yaşayanların çoğu İtalyan asıllı)
-Dünyanın en geniş caddesi(9 De Julio) burada bulunuyor ve Arjantinliler bu caddeyle oldukça fazla övünüyorlarmış 🙂
-Yahudi’lerin şehre etkisi büyükmüş, dünyanın en büyük 6. Yahudi topluluğu ve dünyada menüsünde koşer yemek olan tek McDonald’s buradaymış
-Halk köpekleri aşırı seviyor her iki kişiden birinin köpeği varmış.
Islak bir şekilde turu tamamladık, turu bitirdiğimiz yer Recoleta Mezarlığı‘nın hemen yanındaydı. Turda birlikte takıldığımız ekiple önce oradaki Basílica Nuestra Señora del Pilar adlı kliseyi gezip sonra Recoleta Mezarlığı’na geçtik. Şimdi diyeceksiniz ki ne işiniz var mezarlıkta, mezarlığın neyini göreceksiniz? Anlatayım efenim burası sıradan bir mezarlık değil, içerisinde sanat eserlerinin bulunduğu dünyanın en orijinal mezarlığı…
Neden özel bir mezarlık çünkü buradaki her mezarın bir mozolesi var, heykeller ve lahitler de tam bir sanat eseri. Adeta müze geziyormuş gibi hissettiren bu mezarlıkta Arjantin için çok önemli isimlerin kabri yer alıyor. Bunlardan en önemlisi Eva Peron, biz de Eva Peron‘un mezarını bulmaya çalıştık ama bulamadık. Bazı mezar odalarının kapıları açık, alt kata doğru inen merdiven boşluğu vardı, bi girip baksak mı düşünsek de bunun iyi bir fikir olmadığını fark ettik 🙂
Mezarlık turundan sonra ertesi sabah La Boca turuna da birlikte gidelim diye sözleştik ve ayrıldık. Islak ve yorgundum, hostele geçtim üstümü değişip biraz dinlendim. Akşam yemeği için Türk arkadaşım Onur’la buluşmaya Palermo’ya gittim. Birlikte et yemeye La Azulada adında bir restorana gittik, Arjantin’in meşhur Carne‘sini (steak) orada ilk kez tattım.
Dananın en güzel yerinden, yağsız, aşırı doyurucu şöyle bir tabak yaklaşık 10 bin peso(10 dolar yani) Tabak bana fazla geldi, zor bitirdim. Onur’la sohbet edip Arjantin hakkında birçok bilgi edindim, kendisi üç aydır orada yaşıyor, ondan önce Peru’da yaşıyormuş. Ardından hostele dönüp efsanevi bir güne uyanmak üzere uykuya daldım.
Üçüncü Gün: El Mejor!
*Dikkat: Bu gün yüksek miktarda keçi içerir!
Uyanıp dünkü ekiple birlikte saat 11’daki La Boca turuna katılmak üzere hazırlandım. Güneş sonunda yüzünü göstermiş, sıcak bir gün olacağa benziyordu. Otobüsle La Boca mahallesine ulaştım. Mahalleye adım atar atmaz büyülendim! Rengarenk binalar, binların üzerindeki heykeller, dört bir yandan çalan müzikler, büfelerden yayılan yemek kokuları ve duvar resimleri…
Arjantin’i, tangoyu, futbol kültürünü iliklerime kadar hissedeceğim bir yerde olduğumun farkındaydım. Tur başlamadan önce dünkü tayfayla buluştuk o meşhur evin önünde fotoğraf çekildik.
Turuncu şapkalı tur rehberi geldi ve turumuz başladı. Rehber bizi nehrin kenarına getirdi ve mahallenin tarihini anlatmaya başladı. Zamanında İtalya’dan gelen göçmenler bu mahalleye yerleşmiş, işçilerin yaşadığı bir mahalleymiş. Gemiler buradaki limana yanaştığı için zamanla hurda gemilerin saclarından evler yapılmış ve bu evler tekne boyalarıyla boyanmış. Zamanla bu durum bir gelenek haline gelmiş ve rengarenk bir mahalle olmuş La Boca. İspanyolcada ağız anlamına gelen bu yer ismini coğrafi şeklinden alıyor, hani Shakira‘nın şarkısında da vardı ya La Boca, hatırlanız mı? Rattataa 😀
Nehir kenarından Caminito adı verilen meşhur caddeye doğru devam ettik, rehber yine anlatmaya başladı. O kadar uzun anlattı ki bir yerden sonra anlattıklarını yakalayamadık ve sıkılmaya başladık. Turdaki birkaç kişiden de aynı sinyali aldım ve turu terk edip ayrı gezmeye karar verdik 🙂 Ayrılıp oradaki bir pasaja girdik, hediyelik eşyaları inceledik.
Bu pasajdaki dükkanlara uğrayıp ürünleri inceledik, içeride dolaşırken canımız tatlı çekti biz de Alfajores adlı çikolatadan alalım dedik. İki çeşit alfajores vardı “hangisinden alayım” diye Fikret abiye sordum, arkadan başka bir ses geldi “hangisinden istiyorsan ondan al” diye. Şaşırmıştım, dönüp baktığımda Türk bir çiftle karşılaştım. Tanıştık, doktor Orhan Bey KBB uzmanı, eşiyle birlikte Arjantin turuna katılmış. Bizim de Türkçe konuştuğumuzu duyunca gelip tanışmak istemişler. Ayaküstü muhabbet edip Orhan hocanın numarasını aldık. Pasajdan birkaç hediyelik eşya aldık, kardeşime de Messi forması aldım, tam yerinden 🙂
O zaman dans! La Boca‘daki restoranlarda zaman zaman tango gösterisi oluyordu, biz de denk geldik. La Boca‘yı keşfetmeye devam ediyorduk, yine rengarenk bir mahalleye girip dükkanları gezdik. Orada şöyle bir duvara rastladık ve fotoğraf çekilmesem olmazdı:
Çok hoş değil mi 🙂 Burayı da gezdikten sonra acıktığımızı fark ettik, et mi yesek pizza mı diye düşünürken karşımıza güzel bir pizzacı çıktı, oraya girdik. Arjantin’de et kadar pizzalar da kaliteli, İtalya’dan çok göç aldığı için pizza ustaları oldukça iyi. Parmesanlı, rokalı bir pizza sipariş ettik. Pizza gerçekten çok başarılıydı, malzemeler o kadar boldu ki orta boy pizzayı iki kişi anca bitirebildik.
Karnımızı doyurduktan sonra gezimize kaldığımız yerden devam ettik. Yol üzerinde bir sürü Maradona ve Messi heykelleri vardı, hoşuma gidenlerin fotoğraflarını çektim. Maradona bu mahallede yaşamış ve Boca Juniors’ta top oynamış o yüzden burada yaşayanlar Maradona’yı çok seviyorlar. Konusu açılmışken, Arjantin’de her tanıştığım insana Maradona mı Messi mi diye sordum, genel kanı şu şekilde: Maradona’ya saygıları çok fazla, ülkeleri için oldukça önemli bir figür olduğunu düşünüyorlar fakat futbolu bıraktıktan sonraki yaşamını çoğu kişi tasvip etmiyor dolayısıyla birkaç kişi dışında herkes bu karşılaştırmaya “Messi’yi daha çok seviyorum” şeklinde cevap verdi.
Peki Ronaldo mu Messi mi? Ben bu konuda eskiden Ronaldo’cuydum, ortaokul lise yıllarında Real Madrid ve Barcelona rekabetini izlerdik ve o zamanlar Ronaldo bana daha iyi gibi gelirdi. Sonralarda ise futbola daha geniş bakıp Messi’nin başka bir şey olduğunu fark ettim. Bir de Messi ile aynı gün doğmam da biraz yakınlaştırmış olabilir tabi 🙂 Ronaldo hayranlarına da saygı duyuyorum o da mükemmel bir futbolcu, çok disiplinli ama bence Messi insan değil(uzaylı) 😀
Bir yıl önce bugün Arjantin Milli Takımı Dünya Kupasını kazanmış ve takım Katar’dan Buenos Aires’e gelmişti. Obelisco‘da muazzam bir kalabalıkla muhteşem bir kutlama yapılmıştı. Tam yıldönümünde burada olmam güzel tesadüftü benim için 🙂 Kutlamalarda Messi’nin en sevdiği şarkı olan Muchachos çalıyordu, hadi dinleyelim:
Sıradaki durağımız ateşli taraftarlarıya tüm dünyaca tanınan Boca Juniors klübünün stadı La Bombonera! Yine tesadüftür ki bir gün önce burada başkanlık seçimi yapılmış, Boca Juniors efsanesi Riquelme başkan seçilmişti.
Evet farkındayım böyle çılgın taraftarların içerisinde biraz riskli bir hareket yaptım ama renklerimiz aynıydı sonuçta 🙂 Boca Juniors sandığımdan fazla biliniyor ve seviliyormuş arkadaşlarım tarafından. Ben de Boca’nın maçına gitmek isterdim fakat ben oradayken lig bitmişti, bilet bulmak da biraz zormuş sadece kombine sahipleri gidebiliyor ve bileti onlardan devralmanız gerekiyor. Bir dahaki sefere diyelim 🙂
Yeni transferimiz hayırlı olsun 🙂 (Hayali saç beyazlatır) Stadın etrafını da gezdikten sonra Fikret abiyle ayrıldık ve Luciana’yla buluşmak üzere otobüse bindim. Otobüsle ilerlerken binanın bir duvarında devasa bir Messi resmi gördüm, hemen inip fotoğrafını çektim
Luciana ile buluşup kitapçıya gittik. Kitapçı? Evet ama dünyanın en güzel kitapçısı! El Ateneo Grand Splendid, 1919 yılında tiyatro salonu olan bu muhteşem yer sonradan kitapçıya çevrilmiş. Eski yapısını muhafaza etmesi için duvarlara ve perdelere dokunulmamış, yani hem tiyatro salonunda hem de kitapçıda olduğunuzu hissedebiliyorsunuz.
Girişler ücretsiz, sahne kısmında kafe var oturup bir şeyler içebilirsiniz. Katları tek tek dolaşıp kitapları ve resimleri inceledik. Bu da El Ateneo hatırası selfiemiz 🙂
Kitapçıdan sonra dondurma yemeye gittik, Arjantin’in dondurmaları da meşhurmuş, yemeden dönmemem gerekiyormuş 🙂 Freddo adında bir dondurmacıya gittik, frambuazlı ve dulce de leche‘li iki top aldım. Kıvamı farklıydı, sorbe dondurma gibiydi ama kaliteli olduğu belliydi. Bu arada ben size Dulce de leche’yi anlatacaktım değil mi? Dulce tatlı demek, leche ise süt, süt tatlısı yani karamel. Arjantinliler dulce de lecheyi çok seviyorlar ve her zaman her şeyle yiyebiliyorlar 🙂 Bana da biraz şekerli gelse de hoşuma gitmişti.
Sonra da birlikte AVM’ye gittik, gösterimde olan dünya kupası belgeselini sinemada izlemek istiyorduk ama seans bulamadık, biz de mağazaları gezip bir şeyler baktık. Fiyatlar pahalı, tekstilde aynı markanın aynı ürünü Türkiye’ye göre iki kat pahalı. Elektronikte ise durum daha vahim, 4/5 kat pahalı diyebiliriz. Sonra da ayrılıp hostele dönüp günü noktaladım, ertesi sabah erkenden uçuşum vardı 🙂
Dördüncü Gün: Che!
Bugün günlerden Che! Hangi che? Bariloche 🙂 Ernesto “Che” Guevara‘nın Rosario‘da(Messi’nin doğduğu yer) doğup Buenos Aires Üniversitesi’nde okuğunu ve sık sık che kelimesini kullandığı için arkadaşları tarafından che lakabı takıldığını belirtelim. Che İspanyolca’da “hey”, “sen” anlamına gelen bir sözcük ve Arjantin’de çok sık kullanılıyor.
Bir çocuk heyecanıyla uyanıp 9’daki uçuşuma yetişmek üzere hazırlanmaya başladım. Hostelden check-out yapıp valizimi Fikret abiye bıraktım oradan havalimanına geçtim. Kapıdan içeriye girdiğimde şok edici bir manzarayla karşılaştım. Havalimanında adım atacak yer yoktu! Sıraya girdim fakat bir saatin sonunda sıra bana geldiğinde check-in kapatılmıştı 🙁 Uçuşumu bir sonraki uçuşla değiştirdim yaklaşık 2 saat kadar daha beklemek zorunda kaldım.
Bu uçuş benim yabancı bir havayoluyla ilk uçuşum olacaktı. Aerolineas Argentinas Arjantin’in bayrak taşıyıcı ve en büyük havayolu. Uçak B737-8 Max, koltuğum 24B. Planlanan saatten yaklaşık bir saat geç kalktık. Havalimanı çok kalabalık, yer hizmetleri çok yavaştı… Kalkış anını da paylaşayım sizinle:
O gözüken kahverengi su Rio de la Plata(Gümüş Nehri) renginin böyle olmasının sebebi akıntıyla birlikte çamurun taşınması. Burada yüzmek mümkün olmadığı için Buenos Aires‘te yaşayanlar 3/4 saat uzaklıktaki Arjantin’in başka şehirlerine veya Brezilya‘ya gidiyorlar. Yolculuk 2 saat sürecekti ve uçakta yerim düşüncesiyle kahvaltı yapmamıştım. İkram servisinin başlamasıyla hayal kırıklığına uğradım, işte 2 saatlik uçuşun ikramı:
Buna da şükür tabi 🙂 Zaman geçsin diye çantamdaki not defterimi çıkarıp gezimle ilgili notlar yazmaya başladım. Not defterimi her gezimde yanımda götürür, bazen günlük gibi kullanır, geziyle alakalı küçük notlar alırım. Ben bir şeyler yazarken yandan bir ses geldi “Küçük Prens mi o?” solumda oturan 60’lı yaşlardaki adam gülümseyerek soruyu yöneltti bana, defterin kapağında Küçük Prens vardı. Ben de “evet, çok severim” deyince “kızım da çok sever, okurken ağlıyor hatta o derece etkileniyor” dedi ve sohbete başladık. Bariloche‘de yaşıyormuş ve oranın eski tur rehberiymiş, şimdilerde ise araç kiralama işi yapıyormuş. Rehber olduğu için bana Bariloche’yle ilgili bazı önerilerde bulundu ve telefonumdaki haritaya önemli turistik noktaları işaretledi. Hoş sohbetle yolculuğu tamamladık. Farklı bir coğrafyaya gelmiştim, boydan boya uzanan dağlar, irili ufaklı göller vardı. Uçaktan indiğimde havanın Buenos Aires’ten daha serin olduğunu hissettim. 1500 kilometre güneyde, 1000 metre rakımdaydım.
Netleşsin diye Bariloche‘nin Güney Amerika kıtasındaki konumunu göstermek istedim, çarpı koyduğum yer de Buenos Aires. Havalimanında bir taksi çevirip hostelime geçtim, kalacağım yerin adı Periko’s. Check-in yaparken resepsiyonist orada konaklayacak ilk Türk olduğumu belirtti. Hostel fena değildi, arka bahçesini ve tasarımını beğendim. Google Maps’te paylaştığım fotoğraflar için tıklayınız.
Odama yerleştikten sonra kendimi dışarı attım, Kaan ile buluştuk ve yemek yemeye gittik. Kaan kim diye sorarsanız yazının başında bahsettiğim cura telini aldığım kişi… Kaan Alp ile Couchsurfing üzerinden tanıştık, gelmeden önce buradan istediğin bir şey var mı diye sorduğumda benden cura teli istemişti, ben ise curanın ne olduğunu bile bilmiyordum. Sonradan anlatınca öğrendim, Kaan cura çalıp müzik yapıyor oradan kazandığı para ile de dünyayı geziyormuş!
Manush adında meşhur bir kafeye gittik, orada etli empanada yiyip lokal içeceklerinden içtik. Empanada Buenos Aires’te yediğimden daha güzeldi. Kaan’la konuştukça Arjantin hakkında ve hayata dair yeni şeyler öğreniyordum. İzmitliymiş, biraz İzmit hakkında konuştuk, façamız yansın 🙂 Çadırını sırtında taşıyor, beğendiği yerde kamp kurup doğayla iç içe huzur buluyormuş. Onu dinlerken aklımdan “özgürlük sanırım bu” diye geçirdim, bir yere bir şeye bağlı olmadan doğayla baş başa! Kaçımız konforlarımızdan vazgeçip yapabilirdik ki bunu?
Yerdeki başörtüsü sembolleri ve isimler Plaza de Mayo Annelerinin yaptığı eylemi temsil ediyor. Acıklı bir hikayesi var, merak edenler için link ekliyorum. Bariloche’nin alçak katlı kahverengi tonlu binaları çok hoş gözüküyordu, adeta İsviçre kasabası gibiydi! Kaan’la Bariloche turu yaptık, bir yandan bir şeyler yiyip içiyor diğer yandan Kaan’ın maceralarını dinliyordum. Seyyar satıcıların olduğu bir pazara girdik ve kabaktan oyulma Bariloche yazılı güzel bir mate kabı aldık benim için, Kaan bana mate kabının nasıl hazırlanması gerektiğini tarif etti. Yürürken gördüğümüz her şeyi deniyorduk 🙂 Meşhur çikolatacıları birer birer gezdik ve hepsinin çikolatasından yedik.

Mamuschka çikolata!
Bariloche’de birçok çikolata markası var ama bunlardan en meşhurları Mamuschka ve Rapa Nui. Biz her ikisini de denedik, Rapa Nui‘den birkaç paket alıp ailem ve arkadaşlarım için getirdim. Fiyatlar biraz pahalı ama kesinlikle değiyor, yediğinizde o kaliteyi hissediyorsunuz. Şeker ve katkı maddeleriyle doldurulmamış, ağzınızda kötü tat bırakmayan, midenizi yakmayan üst düzey bir çikolata…
Bakınız yine başka bir çikolata dükkanındaki çeşitler. Sin azukar yazanlar şekersiz demek. Sin ve Con kelimeleri önemli örneğin su alırken de gazlı(agua con gas) veya gazsız(agua sin gas) iki seçeneğiniz olacak, bizim alışık olduğumuz su gazsız olan. Çikolatanın her çeşidini denedik Kaan’la, bir yandan gezip diğer yandan yiyorduk. Alfajor yedik, sıcak çikolata içtik, tatlı kotamızı fazlasıyla doldurmuştuk 🙂 Patagonia diye bir tekstil markası var ve ben bu markadan bir şeyler almak istiyordum, Kaan’la birlikte Patagonia mağazasına gittik. Ürünler çok kaliteliydi ve tasarım olarak tam bana hitap ediyordu. Fakat şöyle bir sorun vardı ki en ucuz şey şapkaydı o da 50 dolardı : (
Hava karardı, şehir akşam ayrı bir güzeldi. Biraz acıkmıştık, yürürken chipas satan bir dükkanın yanından geçiyorduk, burnumuza mis gibi kokusu gelince canımız çekti ve aldık. Akşam serinliğinde sıcak sıcak çok güzel gelmişti. Chipas peynirli, top şeklinde bir atıştırmalık, giderseniz mutlaka deneyin. Son olarak bir kafeye gidip orada bir şeyler içip muhabbet ettik, fotoğrafımızı aşağıya bırakıyorum:

Kaanla selfie 🙂
Kaan‘ın herhangi bir sosyal medyası yok yalnızca Couchsurfing hesabı var onu da etiketledim. Gece yarısına kadar oturup hostellerimize dönmek üzere vedalaştık. Kendisine çok teşekkür ediyorum, bana doğa, gezi, yaşam hakkında farklı bir bakış açısı kazandırdı. Umarım bir gün yine bir yerlerde denk geliriz:)
Hostelime döndüm, ışıklar kapanmış herkes uyumuştu. Ben de el yordamıyla yatağımı bulup uyudum, ertesi gün yoğun bir gün olacaktı…
Beşinci Gün: La Mañana!
Güneş ışıkları odanın perdelerinden içeri sızıp dışarıdan seslerin gelmesiyle uyandım. 21 Aralık, bu tarihi aklınızda tutun sonra açıklayacağım. Gözlerimi açtığımda hayatımın en güzel günlerinden birini yaşayacağımın farkında değildim. Hızlıca kahvaltıya indim, Kolombiyalı oda arkadaşımla birlikte kahvaltı ettik. Hazırlanıp yola çıktım, istikamet Playa Bonita! Otobüse binip yaklaşık yarım saatlik yolculuk sonrası Playa Bonita‘ya ulaştım.
Burası müthiş manzaraya sahip doğa harikası Bariloche‘nin en meşhur sahili diyebiliriz. Bir önceki gün resepsiyondan kano hakkında bilgi almıştım, beni birine yönlendirdiler verdi ve onunla buluştum. Birlikte kanoyu sahile indirdik, büyüleyici sahil manzarasını da sizinle paylaşmak istiyorum:
Bonita diyince aklıma Madonna‘nın La Isla Bonita şarkısı geldi, acaba şarkıda bahsedilen güzel ada buradaki ada mıydı 🙂 Kanoyu kiraladığım çocukla biraz sohbet ettik, bizim futbol takımlarını biliyormuş 😀 2 saatlik kiraladım, 10 bin peso ödedim. Çocuk kanoyu bıraktı gitti, işin bitince ara gelirim dedi. Şortumu giydim, kanoyu hazırladım, önce biraz yüzsem mi diye düşündüm. Ayağımı suya sokmamla uyuşması bir oldu 🙂 Kanoyu tam suya atarken anne ve çocuğu elinde piknik çantalarıyla yanımdan geçiyorlardı, fotoğraf çekebilir misiniz dedim onlar da “kameramız var istersen onunla da çekeriz” dediler. Kanoyu göle sürdüm ve hayatımın en huzurlu anlarını yaşadım:
Yaklaşık bir saat kanoyla bir oraya bir buraya kürek savurduktan sonra dinlenmek üzere karaya çıktım. Fotoğrafımı çeken aile beni yanına davet edip mate çayı ikram etti. İlk kez orijinal(sallama olmayan) mate içmiştim, manzarayla birlikte aldığım keyif daha da arttı. İki farklı mateleri vardı yanlarında biri naneli diğeri sade, ikisi de çok lezzetliydi, işte o manzara:
Biraz oturup sohbet ettikten sonra bir kez daha açıldım kanoyla uzaklaştım, dağlara doğru ilerledim. Güneş yükselmiş ve hava biraz daha ısınmıştı, kendime suya bırakmak geldi içimden. Hipotermi geçirmeyeceğimi bilsem bunu kesin yapardım!
Kanonun iyice keyfini çıkardıktan sonra karaya dönüp kanocu çocuğu gelmesi için aradım. Bu arada bana mate ikram edip fotoğrafımı çeken aileye teşekkür edip çantamda son kalan Türk Kahvesini hediye ettim. Sıradaki durağım Puerto Pañuelo. Otobüse binip 40 dakika yol gittikten sonra limana ulaştım. Burası bir liman, adalara vapur seferleri var ve özel yatlar yanaşabiliyor. Aynı zamanda Arrayan adında 12 kilometrelik ormanın başlangıç noktası.
Buradaki gölün etrafında biraz gezinip manzaranın keyfini çıkardım. Yürürken Meksika’lı bir aileyle karşılaştım, bana nereli olduğumu sordular, “Türkiye” diyince gözleri açıldı ve “Biz Türkiye’yi çok seviyoruz devamlı sizin dizilerinizi izliyoruz” dediler. Bahsi açılmışken anlatayım bizim diziler Güney Amerika’da oldukça seviliyor. Özellikle Binbir Gece (Las mil y una noches) dizisi herkes tarafından biliniyor. Bizim dizilerimizi bizden daha çok sevip izliyor olabilirler o derece 🙂 Bu arada kuzenim Feyyaz Şerifoğlu‘nun yeni dizisi ‘Bir Sevdadır‘ her Çarşamba saat 20:00’da TRT1‘de, izlemenizi tavsiye ederim 🙂
Limandan hediyelik eşyalar alıp biraz dinlendikten sonra tekrar yola koyuldum. Aslında buraya çok yakın olan Llao Llao Otel‘i de görmek istiyordum. Burası kocaman bir alana inşa edilmiş aşırı lüks bir otel. Zamanım olmadığı için es geçtim, belki bir sonraki gidişimde orada kalırım(yine hostelde kaldı 🙂 ) Sonraki durağım Cerro Otto, teleferikle tepeye çıkacaktım. Otobüsle zaman kaybetmemek için Uber çağırdım 8000 Peso tuttu.
Teleferik için biletimi aldım, bilet satıştaki kadın Türk olduğumu öğrenince “Benim de yakın arkadaşım şu an Türkiye’de, ben de bir gün gitmek istiyorum” dedi 🙂 Teleferiğe bindim, yaklaşık 10 dakika süren yolculukta 2100 metre kat ederek 1400 rakımlı tepeye çıktım.
Tepeye çıktığımda havanın değiştiğini hissettim, yakından gördüğüm doğal güzellikleri bir de yukarıdan seyre daldım. Bu tepede yamaç paraşütü yapıyorlar, hostelde broşürünü görmüştüm, niyetlendim ama aşırı pahalı(120 $) olduğundan ve zamanım kısıtlı olduğundan vazgeçtim. Dağın etrafında yürüyüp manzaraları seyrederken iki kişinin bana seslendiğini farkettim. 30’lu yaşlarda iki adam İspanyolca bir şeyler söylüyorlardı. “Yo no hablo Español” dedim, İngilizce “bu yol nereye gidiyor” gibi bir soru sordular. Ben de yabancı olduğumu, bilmediğimi belirttim. Sonra nereli olduğumu sordular ve tanıştık. Kısa sürede kaynaştık (tabi futbol sağolsun) ve birlikte gezdik.
Arjantinli Fernando ve Paraguaylı Christian, arkada da Bariloche manzarası! Bu iki arkadaş Route 40 yaparak kıtanın en güneyine kadar iniyorlarmış. Route 40 da Amerika’daki Route 66 gibi uzun bir yol, tek farkı doğu batı ekseninde değil kuzey-güney ekseninde olması yani yukarıdan aşağıya doğru. Ne güzel olurdu değil mi? En kuzeydeki tuz gölünden(Salinas Grandes) başlayıp, Mendoza‘nın üzüm bağlarından geçerek Bariloche’nin eşsiz dağlarına ulaşmak ve sonra da daha güneye inerek bembeyaz buzulları ve penguenleri görmek ve Ushuaia‘ya dünyanın sonuna(Fin Del Mundo) ulaşmak
İki dakikada Fenerli yaptım onları, bir gün İstanbul’a gelecekler maça gideceğiz birlikte 🙂 Biraz soluklanmak ve bir şeyler yemek için dağın tepesindeki restorana girdik. Restoranın adı Confitería Giratoria Cerro Otto, özelliği ise dönmesi. Evet, restoran 360 derece dönerek manzarayı bütünüyle görmenize olanak sağlıyor. Burada medialuna yiyip bir şeyler içtik, sonra vedalaşıp ayrıldık. Yine teleferiğe binip şehir merkezine inecektim. Teleferikte sıra beklerken bir kadının merdivenleri hızla inen çocuğuna “despacito“(yavaşça) dediğini duydum, aklıma üniversitede dinlediğimiz o şarkı geldi 🙂 Manzara eşliğinde şehir merkezine indim.
Okullar yaz tatilinde olduğu için birçok öğrenci grubu tur için Bariloche‘ye gelmişti. Merkezden hediyelik eşyalar aldım, bir tane mate seti bulmuştum ahşaptan yapılma, çok kaliteli duruyordu. Aldım getirdim, şu an bu satırları yazarken o mateden içiyorum 🙂 Fazla zamanım yoktu o yüzden hızlıca Rapanui‘ye uğrayıp çikolata aldım ve Luciana’nın tavsiyesiyle Mamuschka‘nın dondurmasını yemeden dönmek istemedim.
İki top aldım, 1900 peso(70 ₺) tuttu. Hayatımda yediğim en güzel dondurmaydı. O kadar bol koymuşlardı ki bitirmem yarım saatimi aldı ve resmen dondurmayla karnımı doyurmuş oldum 🙂 Hostele geçtim, hazırlanıp havalimanına doğru yola çıkacaktım, resepsiyonun arkasındaki mutfaktan gözüme yazılar çarptı. Bunlar nedir diye sordum, hostelde konaklayanlara farklı dillerde yazdırılmış “bulaşıklarınızı yıkayın çünkü anneniz burada değil” yazıları asılmış. Ben de orada konaklayan ilk Türk olduğum için yazdım, duvara yapıştırdılar hemen 🙂 Uber çağırıp havalimanına doğru yola çıktım. Uber şoförü çok samimi, tatlı bir insandı. Yol boyunca konuştuk, zaman su gibi aktı. Hayatımın en iyi Uber yolculuğuydu. İşte amigomun mesajı:
Yolculuk yarım saat sürdü ve 8000 peso tuttu. Check-in için kontuara gittim, cam kenarı acil çıkış koltuğu kapıp salona geçtim 🙂 Salonda boarding için beklerken bir yandan telefonumla oynuyordum, biri omzuma dokundu, kafamı çevirdim 60’lı yaşlarda bir kadın. “Bu çanta senin mi” diye sordu koltuğun kenarında duran bel çantamı göstererek, evet dedim. Çantanı bu şekilde bırakma, burada çok dikkatli olmalısın bak benim çantama dedi. Önüne alıp sıkıca tuttuğu çantasını gösterdi. Şaşırmıştım ama belki de bu uyarı beni bir çok hırsızlık vakasından koruyacaktı. Açıkçası telefonumu, çantamı çok kollamam genelde rahat gezerim, şimdiye kadar başıma bir şey de gelmedi çok şükür ama bu gelmeyecek demek değildi o yüzden daha dikkatli olmalıydım. Kadın nereli olduğumu sordu ve sohbete başladık, eşiyle birlikte dünyayı gezmişler, fanatik Boca Juniors taraftarıymışlar, bana gezdiği yerlerin fotoğraflarını gösterdi ve birkaç şehir tavsiyesinde bulundu.
Yarım saat süren hoş sohbetten sonra birbirimize iyi uçuşlar dileyip uçağa geçtik. Gün batarken uçağımız havalandı ve Bariloche‘nin güzel dağlarını, göllerini bir de akşam manzarasıyla görmüş oldum. Bariloche benim için muhteşem bir deneyim oldu, iyi ki gelmişim, iyi ki görmüşüm! Arjantin’e seyahat edecek herkese bu güzel şehri şiddetle tavsiye ederim. Gelelim günün başında bahsettiğim tarihe… O gün tarih 21 Aralık‘tı, yani kuzey yarım kürede en kısa gün, güney yarım kürede en uzun gün demek oluyor. Saat 10 gibi hava karardı, en uzun günü yaşayabileceğim en güzel yerde doyasıya yaşadım.
Yorucu bir gün olmuştu, dolu dolu geçti. Biraz uyuyup biraz dışarıyı izleyerek uçuşu tamamladım. İndiğimde saat 12 olmuştu, taksiyle Fikret abinin evine geçip valizimi aldım oradan da kiraladığım Airbnb’ye geçtim. İlk kez bir Airbnb’de kalacaktım, genelde hostelleri tercih ediyordum ve herkes Airbnb’yi bana tavsiye edince bir şans vermek istedim. Detayları sonraki gün anlatacağım 🙂
Altıncı Gün: Tranquilo!
Ev sahibi beni karşılamadı, anahtarı başka bir yere bırakmış oradan almamı istedi. Anahtarı almak için gecenin bir vakti 5 blok kadar yürüdüm, anahtarı alıp kiraladığım eve giriş yaptım. Ev yeni ve şık olmasına rağmen o kadar aksilikle karşılaştım ki Airbnb kiraladığıma pişman oldum. Ertesi sabah hemen çıkış yaptım ve güzel bir hostele yerleştim, Airbnb hakkında değerlendirmeme linkten ulaşabilirsiniz.
Güne kötü başlamıştım, Airbnb beklediğim gibi çıkmadı, bir daha eğer mecbur kalmazsam Airbnb tercih etmeyeceğim. Hazırlanıp çıktım ve Fikret abiyle buluştum, o akşam dönecekti benim uçuşum ise ertesi gündü. Birlikte dönmek için beni ikna etmeye çalıştı ama ben bir gün daha kalacaktım, yapmak istediğim şeyler vardı…
Fikret abiyle birlikte metroya binip merkez tarafına gidip birkaç hediyelik eşya aldık sonra da Obelisco‘da fotoğraf çekildik.
Sokak müziği gördüm mü kaçırmam biliyorsunuz, yine bir sokak müziği. Obelisco manzaralı…
Bir fotoğrafım daha var BA(Buenos Aires) yazısının önünde onu da atmasam olmaz:
Burada fotoğraf çekildikten sonra çok meşhur bir pizzacı olan Pizza Guerrin‘e gittik. Burası herkesin şiddetle tavsiye ettiği, 1932’den beri hizmet veren çok meşhur bir pizzacı. İsteyen alıp ayakta yiyor, isteyen de oturup sipariş verebiliyor. Oturur oturmaz önümüze ikram olarak kocaman dilim pizza getirdiler. İkram pizza o kadar lezzetli ve doyurucuydu ki, başka bir şey yemesek de olurdu aslında 🙂
İki farklı pizza sipariş verdik, isterseniz bunları yarım yarım şeklinde tek pizza yaparız dediler, olur dedik. Domatesli, mozarellalı, kekikli bir pizza aldık. Orta boy olmasına rağmen zor bitirdik. Pizza nasıl diye soracak olursanız bana fazla peynirli geldi, peynir de yağlı olduğu için ağır bir tadı var. Hamurun ve üzerindeki malzemelerin kalitesine diyecek bir şey yok tabi fakat yediğim en iyi pizza değildi diyebilirim.
Pizza işini azaltalım beyler… Her gittiğim yerde pizza yedim. Herkes şiddetle tavsiye etti buradaki pizzaları. Bir de İtalya’da yiyeceğim şu pizzayı bakalım onlar nasıl yapıyor 🙂 Buradan çıkıp Puerto Madero’ya geçtik, Fikret abi “benim et yemem lazım” dedi. Orada bildiği bir mekan varmış, sınırsız et menüsü olan bir restoran.
16700 pesoya(16 dolar gibi düşünün) başlangıçlar, her çeşit et, salata, patates kızartması, içecek ve tatlı sınırsız! Midesine güvenenler için ideal bir seçenek 🙂 Ben zaten pizzayla doymuştum ve hiçbir şey yiyesim yoktu ama Fikret abi sağlam yedi 🙂
Buradan çıktıktan sonra Puerto Madero‘da yürüyüş yaptık, nehir boyu yürürken ellerinde köpük şişeleri olan çocuklar gelip para istediler. Biz de verdik ve bir de fotoğraf çekildik.
Çocuğu L-Gante‘ye benzettim 🙂 Arjantin’de genç erkeklere chico(çiko) kızlara ise chica(çika) diyorlar, sık sık duyabilirsiniz bu hitapları. Yürümeye devam ettiğimizde ilginç bir şeye rastladık, bir grup insan toplanmış müziği açmış eğleniyor, birbirlerinin üzerine un, süt, boya gibi şeyler döküyorlardı. Video gelsin:
Ne olduğunu sorduğumuzda mezuniyet kutlaması olduğunu söylediler. Arjantin’de mezuniyeti bu şekilde kutlamak oldukça yaygınmış. Yürüdüğümüz bölgede birçok üniversite olduğu için birkaç tane daha kutlamaya rastladık, tebrik ettik ve devam ettik 🙂
Fikret abinin uçuşu olduğu için onu yolcu ettim ben de biraz dinlenip Uber motor ile Arjantin’in meşhur kafelerinden birine gittim. Avrupa’da da yaygın olan gizli kafe/bar konseptli mekanlardan birine gidecektim, ismi Frank’s Bar. Burası dışarıdan sıradan bir dükkan, hatta tabelası bile yok. Kapıda beyaz takım elbiseli siyahi bir adam tabureye oturmuş puro içiyordu. Acaba doğru yere mi geldim diye kendi kendime düşünürken, adam bana “içeri geç, seni alacaklar” dedi.
İçeri geçtim, koleksiyoncu dükkanı gibi duruyordu içerisi. Çok geçmeden bir kadın geldi ve “benimle gelin” diyerek birkaç odadan geçip hol gibi bir yere ulaştık. Sonra orada bulunan telefon kulübesine girdik, kadın telefonu kaldırıp birkaç tuşa bastı ve kulübenin arkasından açılan kapıdan geçip asıl mekana giriş yaptık.
İçeride jazz çalıyordu, ışıklar, konsept her şey çok güzel gözüküyordu. Geniş bir menüsü var, ister akşam yemeği yiyebilir isterseniz de sadece bir şeyler içebilirsiniz. Bir saat kadar burada vakit geçirdikten sonra hostele doğru yürüyüşe geçtim. Ellerim cebimde son gecemin tadını çıkarak yürüyordum. Birden önüme bir restoran çıktı, çok iyi bildiğim bir restoran!
Adı Don Julio, dünyanın en iyi steak restoranı olarak gösterilen çok popüler bir yer. O kadar rağbet görüyor ki ben arkadaşımın tavsiyesiyle Arjantin’e gitmeden bir ay önce buraya rezervasyon yaptırmaya çalıştım, yıl sonuna kadar doluydu. Sonra Luciana benim için burayı aradı rezervasyon almaya çalıştı ama ona da olumsuz döndüler. Hiç umudum yoktu ama bi şansımı deneyeyim diyerek görevliye “rezervasyonum yok ama oturabilir miyim” dedim, o da “tabi boş masalardan istediğinize oturabilirsiniz” dedi. İlk önce inanamadım, rezervasyon alması çok zor olan Arjantin’in en meşhur restoranına öyle sokaktan geçerken rastlayıp oturacak mıydım? Fazla sorgulamadan dışarıdaki bir masaya oturdum.
Hemen servisle birlikte su ve domates getirdiler. Domates ne alakaydı, anlayamamıştım. Küçük, açık renkli bir domatesi dörde bölüp üzerine biraz sıvı yağ döküp getirmişler. Tadına bakayım dedim, ısırık alır almaz 2003 yılında ve Çayelinde buldum kendimi… Babaannem sabah bahçeden gelmiş, elinde poşetler, bir şeyler toplayıp getirmiş, poşette tam yuvarlak ve kırmızı olmayan domatesler var. İşte bu domates de ondandı, küçükken yediğim, gerçek tadını aldığım, plastik tadı gelmeyen domates! Bir domatesi bu kadar öveceğim aklıma gelmezdi fakat beni çocukluğuma götürüp çok mutlu etmişti, aşırı lezzetli ve kaliteliydi. Tamamen organik olduğu tadından belliydi. Siparişimi verdim, iyi pişmiş ojo de bife(kaburga) söyledim, 20 dakika içinde etim geldi.
Bu porsiyon tam 500 gram, hem çok güzel gözüküyordu hem de kokusu enfesti. Aldım elime bıçağı kesmeye başladım, keserken etin sulu olduğunu fark ettim. Aslında etin ideal yeme biçimi bu şekildeydi fakat bizler burada alışık olmadığımız için etin içindeki pembelik geçene ve suyunu kaybedene kadar pişiriyoruz. Arjantin‘de etleri az pişiriyorlar, bizdeki çok pişmiş onlardaki az/orta pişmişe eş değer. Eti kestikçe içinden kırmızı sular akıyordu, garson bendeki huzursuzluğu fark etti ve hemen yanıma gelip “her şey yolunda mı” diye sordu. Ben de ” her şey çok güzel fakat etin biraz daha pişmiş olmasını bekliyordum” dedim, o da “hiç sorun değil, sizin için biraz daha pişirelim” dedi ve etimi götürüp ızgaraya attırdı.
Kısa süre sonra etim biraz daha pişmiş bir şekilde geldi, bu sefer damak zevkime daha yakındı. Eti oldukça yavaş yedim çünkü hem saat çok geçti hem de fazla gelmişti. Garson o kadar iyi ve yardımseverdi ki devamlı beni kontrol ediyor, memnuniyetimden emin olmak istiyordu. İçeceğimi içerken yanıma geldi ve “bu soğumuş, sizin için yenisini getireceğim” diyerek dolaptan yeni bir içecek getirdi ve bunu hesaba yazmadı! Kibarlığa, inceliğe bakar mısınız.. Nihayet etimi bitirdikten sonra üzerine bir puro içip keyif yapmak istedim, garsona ne kadar daha açık olduklarını sordum çünkü saat 2 olmuştu, o da bana “Tranquilo” dedi yani sakin, sıkıntı yok 🙂 Çok mutluydum, buraya gelmeyi gerçekten çok istiyordum, unutamayacağım bir yemek olmuştu benim için. Bir de Messi de burada yemek yemişti 🙂 “La cuenta, por favor” dedim, bunu demeyi çok seviyordum 🙂 Hesap geldi, benim mutluluk yerini kedere bıraktı… Şaka şaka, pahalı bir restorandı bunu biliyordum ama değeceğine emin olduğum için hiç üzülmedim. Ne kadar pahalı bir restorandı? 2 günlük konaklama, yeme-içme, ulaşım masraflarına yetecek kadar diyebiliriz. Hostele geçip Arjantin’deki son gecemde huzurla uyudum, Tranquilo 🙂
Altıncı Gün: Adios!
Arjantin’deki son günümden herkese buen día!
Erkenden uyanıp hostelin yakınlarındaki bir kafeye kahvaltı yapmaya gittim. Kafenin adı Alma Rüpü, güzel konuma sahip şık bir kafeydi. Chipa ve medialuna yanına da latte sipariş verdim.
Kahvaltıdan sonra hostele dönüp dışarı çıkmak üzere hazırlandım. Hostelden biraz bahsetmek gerekirse, ismi Play Hostel Arcos, Palermo’da mükemmel bir konuma sahip, değerlendirmeme ve fotoğraflara bakmak için tıklayabilirsiniz 🙂 Noel’den bir gün öncesi ve Cumartesi günüydü, Luciana da boştu ve birlikte gezebiliriz dedi. Buluşup Centro Cultural Kirchner(CCK)‘ya gittik.
Burası Arjantin’e ve Güney Amerika’ya dair bir çok şey barındıran çok büyük bir müzeydi. Fakat noel arifesi olduğu için kapalıydı 🙁 Üzülerek başka bir müze aradık ve listemdeki Usina del Arte‘ye gitmeye karar verdik. Otobüsle oraya geçtik ve oranın da kapalı olduğunu gördük. Müzeler için çok ters bir zamandı sanırım.. Ne yapalım ne edelim derken La Boca‘ya yakın olduğumuzu fark ettik, Luciana da Boca Juniors‘luydu, hadi La Boca yapalım dedik 🙂
La Boca’ya ikinci gelişimdi, sanırım buradan hiç sıkılmam yüz kere giderim diye düşünüyorum 🙂 Daldık La Boca’nın içine baştan başa yürüdük, fotoğraf çekildik, hediyelik ürünlere baktık. Benim ilk geldiğimde fotoğraf çekildiğim o renkli evin önünde Luciana’yı da çektim 🙂 Yine o sokakta şöyle bir yerde de fotoğraf çekildik:
Bu fotoğrafı görünce aklıma bailando şarkısı geliyor 🙂 Turumuza devam ederken dans eden bir adama rastladık:
Bu geleneksel dansın adı malambo, adamın yere vurduğu şey ise boleadorasmış. La Bombonera‘ya gittik, Olkun abim özel yazılı bir mesaj istemişti onu da çekip attım iyi oldu 🙂 Acıkmıştık, Roma Cafe adında güzel bir kafeye gidip milenasa yedik. Milenasa nasıl bir şey diye soracak olursanız, bildiğiniz şinitzel diyebiliriz. Karnızımızı doyurduktan sonra Puerto Madero‘ya geçip biraz da orada vakit geçirdik. Buraya da 3. gelişim olmuştu 🙂
Bir süre vakit geçirip güzel havanın tadını çıkardıktan sonra vedalaşıp ayrıldık. Hostelden eşyalarımı alıp uçuşuma yetişmem gerekiyordu. Dönmeden önce markete girip mate çayı almak istedim, iki paket mate çayı(yerba mate) alıp çıktım. Merak edenler için bazı ürünlerin fiyatları:
Şarap Arjantin’de çok ucuz, sudan daha ucuz diyebilirim. 1050 peso yaklaşık olarak 1 $’a eşit olduğunu düşünürseniz gerçekten ucuz. Mendoza bölgesinin şarabı dünyaca meşhur, çok tavsiye ediliyor.
Bu keklerden de marketlerde çok gördüm, iki tanesi 875 peso, gayet uygun ve lezzetli. Hostelden eşyalarımı alıp Uber çağırdım ve havalimanına doğru yola çıktım. Uber şoförü bir kelime bile İngilizce bilmiyordu ve benim de internetim yoktu ama yol boyu konuştuk. Nasıl oldu derseniz ben de bilmiyorum kelime kelime anlaştık bir şekilde işte 🙂 Havalimanına giriş yapıp içecek bir şey aldım. Fiyatları görünce şok oldum, bakınız:
Nasıl fiyatlar ama? 1 dolara, 2 dolara havalimanında içecek alabiliyorsunuz. Check-in için sıraya girdim, ardından pasaport kontrole geçtim ve uçsuz bucaksız bir sırayla karşılaştım. Daha uçuşa 2 saat vardı ama bu sıra nasıl eriyecekti emin değildim. Bir saat kadar bekledikten sonra uçuşu yaklaşan havayollarını anons ettiler ve kontrolden geçip boarding salonuna gittim, alıma daha süre vardı ben de etraftaki mağazaları gezip zaman geçirdim.
Ve dönüş vakti geldi, haydi köyümüze dönelim! Ben uçağa bindikten sonra Fenerbahçe – Galatasay derbisi başlayacaktı, yalnızca Whatsapp’a girebildiğim için maçı izleyemeyecektim. Ben de arkadaşlara söyledim, anlık bilgi vererek maçı anlattılar sağolsunlar 🙂
En arka koridor tarafındaydım bu sefer. Koridorlar uzun uçuşta avantajlı, istediğiniz zaman kalkıp hareket edebiliyorsunuz fakat bazen de uyurken yanınızdaki tarafından uyandırılıp kaldırılma durumu da oluyor 🙂 Nasıl ki gelirken önce Sao Paulo’ya inip yolcu alıp yakıt ikmali yaptıysak dönüşte de yine Buenos Aires – Sao Paulo – İstanbul şeklinde rota izleyecektik. 2 saat sürecek ilk uçuşta şöyle yumurtalı, meyveli bir başlangıç ikramı servis edildi.
Brezilya’ya indik, hızlıca yolcu indirme, temizlik ve yakıt ikmali yapıldı, İstanbul için yeniden havalandık. Bir yandan maçın detaylarını arkadaşlarımdan öğreniyordum, kritik bir maçtı fakat 0-0 bitti, çok bir şey kaçırmamışım yani 🙂 Uçuşun ortalarında kalkıp hareket etmek için arka galleye geçtim, esneme hareketleri yaparken “delikanlı” diye ses geldi, döndüm baktım Orhan hoca! Hani La Boca‘da karşılaştığımız KBB doktoru, ne tesadüf 🙂 Orhan hoca beni turdaki diğer doktor arkadaşlarıyla tanıştırdı, bir süre muhabbet edip zaman geçirdik. İnişi 3/4 saat kala bir ikram daha geldi:
Bu arada THY’nin okyanus aşırı uçuşlarında servis edilen ikramlar dışında aperatif ürünlerden(kek, sandviç) almak istediğinizde kabin görevlilerinden rica edip alabiliyorsunuz. Saat 1 gibi İstanbul’a iniş yaptık, kapıdan çıkar çıkmaz soğuk yüzüme vurdu, ben ise sıcağa alışmıştım ve her yerim güneş yanığıydı 🙂 Bir maceranın daha sonuna gelmiştim. Arjantin çok farklı bir deneyim olmuştu benim için ve hayatımın bir döneminde tekrar orada bulunmak isterim <3
Ne kadar harcadım?
Orada 400 dolar bozdurup nakit olarak harcadım, uçak bileti ve birkaç alışveriş dışında hep nakit ödeme yaptım.
Arjantin kaç günde gezilir?
Eğer sadece Buenos Aires’e gidecekseniz 5-7 gün yeterli olur ama Patagonya bölgesini de gezmek istiyorsanız temizinden bir ay lazım.
Arjantin güvenli mi?
Arjantin her ülke kadar tehlikeli, paranızı ve telefonunuzu taşırken dikkat ederseniz ve ara mahallelerde geç saatte bulunmazsanız güvende olabilirsiniz.
Çok sevdiğim Mil Pasos şarkısı eşliğinde adım adım Arjantin seyahatim:
Bu gezim için bana yardımcı olan, deneyimi mükemmelleştiren herkese çok teşekkür ederim. Cenk, Caner, İsmail, Kaan, Onur, Masiel, Alejandra, Eugante, Fikret abi.
y Luciana esto es para ti:
Muchas gracias por todo mi buen amiga! Gracias a ti pude descubrir Argentina mejor. Espero que nos volvamos a encontrar en algún lugar. ¡Quizás Türkiye, quizás Europa, quizás Sudamérica otra vez! Hasta luego chica 🙂
Bir sonraki seyahatte görüşmek üzere, kendinize iyi bakın 🙂
Hasta la vista!