Ciao Roma! – İtalya
Ciao!
2024 yılındaki ilk seyahatim olan İtalya gezimi anlatmak üzere karşınızdayım. En son Aralık’ın sonunda Arjantin‘e gitmiştim, okumayanlar için onun da linkini ekliyorum 🙂
Nerden çıktı bu İtalya?
Aslında çoğu yazımda belirttiğim gibi hep İtalya’ya gitmek istiyordum. İtalya’ya gitmek için birçok sebep var; yemekleri, kültürü, tarihi, mimarisi, müzikleri, markaları.. Peki neden şimdi? Anlatayım hemen…
Bir gün Arjantin‘den arkadaşım Luciana beni arayıp haberlerim var dedi. Ben de “hayırdır inşallah” diye sordum. İtalya’ya taşınıyorum dedi, nasıl taşınıyorsun dedim, “Buenos Aires’teki işimden istifa edip İtalya’ya taşınacağım orada çalışacağım” dedi ve ekledi “hazırlıklarını yap, İtalya gezisi yapacağız” 🙂
Luciana’nın babası Sicilya‘da pizza şefi olarak çalışıyor, onun yanına gidip hem çalışacak hem İtalya‘yı gezecekti. Önce şaşırdım sonra sevindim, gezi teklifleri her zaman beni heyecanlandırır 😀 Hazırlıklara başladım, ilk önce Schengen’e ihtiyacım vardı. Zaten aklımda olan Schengen vizesi için İtalya’yı ve zaman olarak da Haziran ayını seçtim. Aslında vize randevusu bulmam pek kolay olmadı ama uğraştım ve başardım. Daha önce Yunanistan‘dan aldığım tek girişlik Schengen vizem vardı, bu sefer 6 ay süreli çok girişli vizem olmuştu.
Planlama Aşaması
İtalya’da buluşup gezecektik ama hangi şehre veya şehirlere gidecektik? Thy’nin İtalya’da tam 9 noktaya uçuşu bulunmakta ve bu şehirlerin hepsi birbirinden güzel, seçim yapması çok zordu. Önce en popüler olanlardan başlayayım Roma/Floransa/Pisa/Venedik turu yapayım diye düşündüm. Sonra bunun için daha çok zaman ve bütçeye ihtiyacım olacağından sadece Roma’yı seçtim. Kalacak yer olarak Termini(Tren ve otobüs garı) yakınlarındaki Palladini Hostel‘i seçtim.
Blogları okudum, videolar izledim, liste hazırladım. Sim kart olayını yine Airalo‘dan çözdüm, E-Sim aldığım ilk seyahatimden(Japonya) sonra bu olay aşırı popüler hale geldi ve bir sürü marka açıldı. Ben Airalo’dan memnunum, yine ondan aldım. Kuponlarla birlikte 3 GB internet 3$‘a geldi ve bu internet bana seyahat boyunca fazlasıyla yetti. Siz de kullanmak isterseniz KAZIM5525 koduyla 3$ indirim kazanabilirsiniz.
İtalyanca?
Duolingo’dan biraz İtalyanca’ya baktım ama fazla çalışamadım, sadece turiste yetecek birkaç kelime öğrendim. Zaten İtalyanca İspanyolca’ya çok benziyor, çok fazla benzer kelimeleri mevcut. Sevdiğim İtalyanca müziklerden bir liste hazırladım. O zaman en popüler İtalyanca şarkıyla(benim de favorim) yolculuğa başlayalım!
Che confusione, sarà perché ti amo
(Ne karışıklık, seni sevdiğimden olabilir)
È un’emozione che cresce piano piano
(Bu bir duygu, yavaş yavaş büyüyen) Stringimi forte e stammi più vicino
(Sıkıca sarıl ve yakınımda dur) Se ci sto bene, sarà perché ti amo!
(Eğer iyi hissediyorsam, seni sevdiğimden olabilir)
Bu şarkıyı her dinlediğimde enerjim artıyor ve yaşama sevincim bir anda yükseliyor. Lütfen siz de bu şarkıyı sözleriyle birlikte sonuna kadar dinleyin.
Bu şarkıyı aklınızda tutun, ileride bir daha çıkacak 🙂
Hazırsanız andiamo!!
Birinci Gün: Buongiorno!
Uçağım sabah 8’deydi, erken uçuşları çok severim. Tatlı bir heyecanla havalimanına gittim, harç pulunu aldım(henüz zam gelmedi daha) ve klasik pasaport fotoğrafını çektim:
Uçak açıktaydı, otobüse binip aprondan uçağa bindim. Uçak tam THY’nin 300. uçağıydı ve tam Turkish Technic hangarının önündeydi. Böyle tesadüfleri severiz 🙂 Kalkıştan kısa süre sonra kahvaltı ikramımız dağıtıldı, omletli, börekli güzel bir kahvaltının ardından bir önceki uçuşumda(Batum) yarıda kalan filmi izleyip bitirdim.
Uçak Bari ve Napoli‘nin üzerinden geçerken dağları, gölleri, kıyıları hayranlıkla izledim. Bir gün oraları da görmek istiyorum, İtalya’nın güneyini ve kuzeyini de görmek istiyorum. Sanırım tüm İtalya’yı görmek istiyorum 🙂 2 saatlik bir uçuşun ardından Fiumicino‘ya iniş yaptık. Fiumicino havalimanına da ismini veren küçük bir şehir, bol ağaçlandırması ve plajları dikkatimi çekti, hoş bir yere benziyor.
İnişten sonra havalimanının içerisindeki trenle ana terminale shuttle trenle geçtim. Havalimanın içerisinde terminalden kapılar arası ulaşımı sağlamak için tren hattı kurulmuş, makinistsiz çalışan bu trenlerle apron manzaralı bir yolculuk yapabiliyorsunuz 🙂 Gümrük aşırı kalabalıktı, yaklaşık 40 dakika bekledikten sonra resmi olarak ülkeye giriş yaptım.
Şehir merkezine gitmek için tren, otobüs ve taksi seçenekleri var. En ucuzu otobüs olduğu için otobüsle gittim, 8€ ödedim. Terminalin hemen dışındaki peronlardan neredeyse her 10 dakikada bir otobüsler kalkıyor. Birkaç farklı firma seçeneği mevcut, en erken kalkacak olana binip yaklaşık 35 dakika süren konforlu bir yolculuk sonrası Termini‘ye ulaştım. Kaldığım hostel Termini’ye çok yakındı, 3/4 dakikada yürüyerek hostele vardım. Sokakta bir yazı dikkatimi çekti, size de göstereyim:
Bu yazı Roma’da ne kadar Türk yaşadığı konusunda ipucu verir sanırım 🙂 Hostelde Luciana beni bekliyordu, check-in yaptım ve Luciana ile buluştum. İkimiz de mutluyduk, efsanevi geçecek Roma gezimiz başlamıştı! Luciana “Mutfakta otururken biriyle tanıştım, o da Arjantin’li gel seni de tanıştırayım” dedi ve Agustina ile öyle tanıştım. Agustina Buenos Aires‘te yaşıyor, Ezeiza havalimanında çalışıyor, 4 günlüğüne Roma’ya gelmiş oradan Malaga‘ya tatil yapmaya gidecekti. Bize katılmak istedi, biz de olur dedik. Hostelin mutfağında bir süre oturup soluklanırken Luciana bana bir poşet uzattı ve “havuç yer misin” dedi. Minik, tatlı havuç dolu bir poşetti, marketten almışlar. Gerçekten çok hoşuma gitti, burada satılsa her gün alır her yerde yerdim sanırım 🙂 Havucu unutmayın, ileride bir daha çıkacak! Oda henüz hazır olmadığı için yerleşemedim, 3’e kadar da hostelde beklemek istemedik, bir an önce kendimizi dışarı atıp şehri keşfetmek istiyorduk.
Dışarı çıktık, ilk durağımız Villa Borghese. Burası adını Borghese ailesinden alan sanat eserleriyle dolu bir park. İçeride ünlü heykeltıraş Bernini‘nin eserlerinin yer aldığı Borghese Galerisi de mevcut. Biz galeriye bilet bulamadığımız için park içerisindeki heykellerle yetindik. Parkta bir süre gezindikten sonra asıl gitmek istediğimiz yere gittik: Aesculapius Tapınağı. Antik Yunan’daki tıp tanrısı adına inşa edilen bu tapınak ve önündeki gölet müthiş bir ambiyans oluşturuyor. Gölette kayıkla kürek çekebiliyorsunuz ve bu fikir beni fena halde çekmişti! Hemen kayık turu için sıraya girdik, yaklaşık yarım saat bekledikten sonra kayığımıza bindik.
Küreklere geçip bir Karadenizliye yakışır şekilde kayığı sürdüm 🙂 Gölün her tarafını gezdik ve tapınağa yaklaşıp fotoğraf çektik.
Burada güzelce vakit geçirdikten sonra karnımızı doyurmak için yakınlardaki Hard Rock Cafe‘ye gittik. Biliyorsunuz her gittiğim yerde mümkünse Hard Rock Cafe‘lere gitmeye çalışırım. İyi bir yemek ve hediyelik eşyalara kavuşabildiğim bir konfor alanı gibi benim için.
Burada en sevdiğim şey patates! Büyükçe kesilmiş, iyi pişmiş, kaliteli ve bolca patates… Sırf patateslerle bile doyabilirsiniz. Tesadüftür ki Arjantin‘de Luciana ile buluştuğumuz ilk gün yemeğimizi Hard Rock‘ta yemiştik. Yemekten sonra Hard Rock Shop kısmına geçip birkaç hediyelik eşya aldık. Hatıra para basma makinesinde birer hatıra para bastırdık 🙂
Bir işim daha vardı, oradayken Euro 2024 grup maçları oynanıyordu ve o gün Portekiz ile maçımız vardı. Ben de maçı izlemek istedim, Luciana ise pek hevesli değildi 🙂 Ben tek başıma Kolezyum yakınlarında bir pub buldum ve atkım boynumda maçı izledim.
Oturdum maçı izliyordum, yanıma bir çift geldi ve sohbete başladık. İngilizlermiş ve Roma’daki son günleriymiş. Adam Arsenal taraftarıydı ve Fenerbahçe‘yi biliyordu, hatta bana Ferdi‘yi sordu 🙂 Türkiye’ye tatile gelmiş(klasik ucuz paket tur 🙂 ) yine gelecekmiş. Bir yandan maçı izleyip diğer yandan akıcı bir muhabbet ettik. Maç bizim açımızdan (0-3) kötü bitse de sonrası Türkiye için hayırlı oldu, çeyrek finale kadar geldik. Maçtan sonra hostele döndüm ve efsanevi bir gün olacak ertesi gün için erkenden uyudum.
İkinci Gün: Prego!
İkinci günden boungiorno 🙂
Erkenden kalkıp hazırlandım, Luciana ve Agustina ile birlikte çıkıp ilk durağımız olan Vatikan‘a doğru yola koyulduk. Metroya binmeden önce turnikelerdeki güvenlik görevlisi “Metrolarda ciddi derecede pickpocket(yankesici) vakası yaşanıyor” dedi. Roma’ya gelmeden önce bu konuyla ilgili çok video görmüştüm, gezi boyunca çok dikkat ettik ve devamlı birbirimizi kolladık. Metronun hoparlörlerinden “Attenzione, picpocket” gibisinden anons ediliyordu, biz de gezi boyunca devamlı birbirimize “attenzione” diye seslenip güldük 🙂 Metro ile kısa bir yolculuk sonrası Ottaviano durağında indik. Caffè Delle Commari adında bir kafeye girip kruvasan ve kapuçinolu klasik İtalyan kahvaltısı yaptık.
İtalyanlar kahvaltıda espresso veya kapuçino tercih ediyorlar. Asıl kahve olarak espressoyu gördükleri için ve kimisine göre kahveye(espressoya) su veya süt katmak ona ihanet etmek sayıldığı için bazen kapuçino sipariş ettiğinizde süt ve kahveyi ayrı getirip sizin birleştirmenizi istiyorlar. Kısa bir kahvaltıdan sonra hızlıca Vatikan’a geçtik. Bildiğiniz üzere Vatikan bir ülke, Katolik Hristiyanlarının merkezi. Katoliklerin lideri de Papa Francis, kendisi bir Arjantinli olduğundan Luciana ve Agustina için çok daha fazla anlam ifade ediyordu Vatikan. İçeri(Ülkeye) girmek için yaklaşık yarım saat bekledik, polis kontrolünden ve X-Ray’den geçip Vatikan’a girdik. Pazar günü olduğu için oldukça kalabalıktı, herkesin bir yöne doğru bakıp beklemesi dikkatimizi çekti. Neye bakıyorsunuz diye sorduğumuzda “Birazdan papa şuradaki pencereden konuşma yapacak” dediler. Ve öyle de oldu, bakınız:
Vaazı dinlerken yanımıza iki tane kız geldi ve Luciana’ya selam verdi, meğer bir önceki gün havalimanında karşılaşıp tanışmışlar ve birlikte taksiye binmişler. Tesadüfe bak dedim, tesadüf diye bir şey yoktur dedi Luciana 🙂 4 Arjantin’li bir Türk birlikte Papa’nın vaazını dinledik. İtalyanca olduğu için pek bir şey anlamadım ama Ukrayna ve Filistin için barış dilediği yerleri yakaladım. Hazır yeri gelmişken #FreePalestine!
Vaazdan sonra biraz Vatikan’ı turladık, eserleri ve binaları inceledik. Aslında Vatikan Müzelerine gitmek istiyorduk ve haftalar öncesinden bilet bakmaya başlamıştık ama maalesef bilet bulamadık. Eğer gitmek istiyorsanız önceden online bilet almanızı tavsiye ederim. Online bilet almadan, sıra bekleyerek de bilet alabilirsiniz fakat o sırayı görseniz beklemek ister misiniz bilemiyorum 🙂
Bu heykel aslında çok yeni, 2019 yılında yerleştirilmiş. Göçmen ve mültecileri anlatan bu heykelde bir tekne üzerinde, tarihin farklı dönemlerindeki göçmen hareketlerini temsil eden 140 insan figürü bulunmakta.
Ve sonrasında Vatikan’ı çevreleyen sütunları boydan boya yürüdük. Çok sevmiştik bu sütunları, bol bol fotoğraf çektik, bu da zıplamalı pozum, tam o esnada uçan kuş da güzel denk gelmiş 🙂
Bir tane de heykel fotoğrafı paylaşmak istiyorum. İlk Papa Aziz Petrus‘un heykeli ve Aziz Petrus Bazilikası, sanatsal… 🙂
Öğle yemeği zamanı gelmişti, yakınlardaki Pastasciutta adında meşhur bir makarnacıya gittik. Kapıda uzunca bir sıra vardı, yaklaşık yarım saat sıra bekleyip makarnalarımızı aldık. 3’ümüz de farklı makarnalar aldık ve tadına baktık. Ben Roma‘nın en meşhur makarnası olan Cacio e Pepe aldım. Peynir ve karabiberli hoş bir makarna. Önce peynirin(pecorino romano) tadı geliyor sonrasında karabiber hafif yakıyor ama çok yakışıyor. Mutlaka deneyin!
Dükkanın çevresinde bir yere çömelerek makarnalarımızı yedik, bir süre dinlendikten sonra civardaki hediyelik eşya dükkanlarından ailelerimiz için hediyeler aldık. Luciana‘nın dedesi Papa’yı çok seviyormuş, ona bir tespih aldı 🙂 İspanyol Merdivenlerine doğru yola çıktık, metroya binip Spagna istasyonunda indik. İspanyol merdivenlerinin yanından geçip listemizdeki yerlere gittik. İlk durağımız Limon’e adında limon dükkanı. İtalya’da bu tarz limon üzerine dükkanları sık sık görebilirsiniz. İçeride limoncello adı verilen limon likörü ve dondurma satılıyor. Dondurma kocaman bir limon kesilip arasına konularak servis ediliyor. Hemen göstereyim:
Aşırı ferahlatıcı limonlu dondurmamızı afiyetle yedikten sonra hemen yanındaki meşhur tiramisucuya gittik. Pompi adındaki bu tatlı dükkanı çoğu kişi tarafından Roma’nın en iyi tiramisucusu olarak kabul ediliyor. Fıstıklı, çilekli, muzlu ve karamelli tiramisu çeşitleri mevcut fakat bir klasik olanından aldık, fiyatı 5 €.
Pompinin hemen karşısında listemde olan Pastificio Guerra adında çok meşhur bir makarnacı vardı. Orada hem pişmiş hem de paket halinde makarna satılıyor, aileme götürmek için bir paket makarna aldım, fiyatı 6 €’dı sanırım.
Tiramisumuzu alıp İspanyol merdivenlerine gittik ve orada yedik, aşırı beğendik, herkes şunu söyledi: Yediğim en iyi tiramisuydu. İspanyol merdivenlerini biraz izledik, açıkçası pek bir esprisi yok bence ama Roma’ya gelince görülmesi gereken bir eser. Bu merdivienleri aslında Fransızlar yapmış, İspanyol Konsolosluğu yıkılıp onun yerine yapıldığı için bu ismi almış. 135 basamaklı bir merdiven ortaya çıkmış, önünde bir meydan var ve oldukça kalabalık. Ayrıca civardaki dükkanlardan yiyecek alıp merdivenlere oturmak çok popüler hale geldiği için artık merdivenlere oturmak yasak. Polisler gelip oturanları kaldırıyor 🙂
Bu fıskiyenin suyundan içtim, videosunu yazının sonunda paylaşacağım 🙂 Meydanda faytonlar vardı, Luciana atları sevmek istedi ama atlar korkuyordu. Hemen aklına sabahki havuçlar geldi(çıkacak demiştim 🙂 ) ve çantasından havuç çıkarıp ata öyle yaklaştı. Sonra ben de ata havuç verip sevdim, işte videosu:
Ve sırada sabırsızlıkla görmeyi beklediğimiz eser vardı: Fontana di Trevi! 10 dakikalık bir yürüyüşle o meşhur çeşmeye ulaştık. Trevi Çeşmesi adını üç sokağın kesiştiği yerde inşa edildiği için üç yol anlamına gelen Trevi kelimesinden almaktadır. Müthiş bir ziyaretçi akınına sahip olan bu çeşmeyi tam karşısındaki Benetton mağazasının üst katına çıkıp da izleyebilirsiniz. Biz önce Benetton‘un üst katına çıkıp çeşmeyi inceledik sonra yanına gidip para attık 🙂 Bu çeşmeye para atma adeti şu şekilde: arkanız Trevi’ye dönük şekilde sağ elinizle sol omzunuzun üzerinden parayı atıyorsunuz ve para suya düşüyorsa bu Roma’ya bir daha geleceğiniz anlamına geliyor. Ben demir 5 TL ve 1 € attım ikisi de suya düştü, bakalım bir daha ne zaman gideceğim 🙂
Bir de şu var tabi:
Bir klasik benim için, her gittiğim yerde çantamda bulundururum 🙂 Sıradaki durağımız meşhur tavanlı kilise olan Sant’Ignazio di Loyola. Adeta sanat cümbüşü sunan bu kiliseye girişler ücretsiz. Tavanın fotoğrafını çekmek için yere dev bir ayna koyulmuş, bu aynaya 1 € attığınızda tavandaki ışıklar yanıyor. Ayna için uzun bir sıra vardı ve sırası gelen hem fotoğraf hem video çektiği için yavaş ileriyordu. Biz sıraya girmeyip kiliseyi gezdik ve aynadan değil normal fotoğraf çektik.
Bu kilisede muhteşem tavan resimleri dışında diğer duvarlar ve heykeller de görülmeye değer. Burada yaklaşık yarım saat geçirdikten sonra soluklanmak üzere bir yerde Spritz içip dinlendik. Aperol Spritz‘i Roma’da her yerde göreceksiniz, fiyatlar değişken 5€ ile 10€ arası değişiyor ve genelde mekanlar yanında aperitivo adı verilen mini pizza, kıtır ekmek, zeytin gibi atıştırmalıklar ikram ediyor. Sıradaki durağımız Pantheon, yaklaşık beş dakika yürüyerek vardık. Size Pantheon‘un tarihini anlatacağım fakat öncesinde tam önünde rastladığım bir şeyi göstermek istiyorum:
Dileyin ondan ne dilerseniz 🙂 Bu video Youtube’da bir milyondan fazla izlendi, neden bu kadar ilgi gördü anlamadım… Pantheon “Tüm Tanrıların Tapınağı” demek, ilk başta bir Pagan tapınağı olan Pantheon 609 yılında kliseye çevriliyor. Yaklaşık 2000 yaşında olan Pantheon dünyanın en büyük desteksiz beton kubbesine sahip. Kubbenin tepesindeki oculus adı verilen açıklık onu daha da özel kılıyor. Bu delik sayesinde yapı güneş tarafından aydınlanabiliyor. Ayrıca bu deliğin izdüşümü 21 Nisan tarihinde Pantheon’un kapısına vuruyor. Bu tarih Roma İmparatorluğu‘nun kuruluş tarihi!
Gezginlerin ilk tercihi olmayan Pantheon hak ettiğinden çok daha az ilgi görüyor. İtalyanların şöyle bir sözü var:
“Chi va a Roma e nun vede la Ritonna asino va e asino ritorna”
(Roma’ya seyahat eden ve Pantheon’u ziyaret etmeyen, budala olarak gelir ve budala olarak gider.)
Herkes giriş biletinden ve sıradan bahsetmiş ama biz gittiğimizde giriş ücretsizdi ve sıra da yoktu. Saat 7 olmuştu ve yorgunduk, hostele dönüp biraz dinlendik, henüz gün bitmemişti, gidecek bir yerimiz daha vardı. Trastevere bölgesine gitmek üzere otobüs durağına gittik. Trastevere; sokak müziğiyle, eğlence mekanlarıyla ve şirinliğiyle meşhur bir bölge. Durağa gittiğimizde otobüs 3 dakika içinde gelecek gözüküyordu ama yaklaşık yarım saat bekledik 🙂 Hatta beklerken sıkılıp zaman geçirmek için Arjantin’de meşhur olan “veo veo” oyununu oynadık 🙂
Bu oyun yoldayken, bir şeyi beklerken, sıkılınca zaman geçirmek için oynanıyor. Bir kişi gördüğü bir nesnenin rengini söylüyor, diğeri de onu tahmin etmeye çalışıyor. Sözleri de şu şekilde:
-Veo veo! (görüyorum görüyorum)
+Qué ves? (Ne görüyorsun)
-Una cosa! (Bir şey)
+Qué cosa? (Nasıl bir şey)
-Maravillosa! (Muhteşem)
+De qué color? (Hangi renk)
-Color color … (Rengi rengi …)
Bu şekilde bir tekerlemeyle bu oyun oynanıyor, biz de birkaç tur oynadık 🙂 Durakta otururken ilginç bir olayla karşılaştık. Sarhoş bir adam durağın önünden yürüyerek geçiyordu, bir anda durdu ve bize dönerek elleriyle sağı solu göstererek sinirle bir şeyler söyledi. Dediklerinden hiçbir şey anlamadık, turist olduğumuzu belirttik, o da durağın kenarında ayakta duran siyahi adamı göstererek “We are fascist” dedi. Biz de bu ırkçı söylem karşısında şok olduk ve hiçbir şey söylemedik. Sonunda otobüsümüz gelmişti, yürüsek daha erken ulaşırdık oraya ama neyse.. Hemen kısa bir tur atıp canlı müzik yapılan o meşhur meydana gittik. Buraya gelmemizin sebebi bir şarkıydı, üçümüzün de çok sevdiği bir şarkı. Bekledik bekledik müzisyen o şarkıyı çalmadı, başka İtalyanca şarkılar çalıyordu biz de umutsuz bir şekilde oradan ayrılıp Trastevere‘yi geziye çıktık. Bir süre dolaştıktan sonra tekrar müzik çalınan yere gidelim dedik, müzisyen yine farklı şarkılar çalıyordu. Hiç umudumuz yoktu, o şarkı çalmayacaktı… Müzisyen müziği bitirdi, herkese teşekkür etti ve ekipmanlarını toplamaya başlamıştı ki bir anda bizi sevinçten zıplatan o müzik başladı:
Beklediğimiz şarkı gelmişti, heyecanla eşlik ettik şarkıya. Bu anın bir özelliği daha vardı, şarkı Roma saatiyle tam 23:00’da çalmaya başlamıştı, Türkiye’de saat 00:00 olmuş ve 24 Haziran‘a girilmişti. 24 Haziran nedir peki? Messi’nin doğum günü! Bir de benim doğum günüm 🙂 27. yaşıma bu şarkıyla mutlu bir şekilde girmiştim yani… Artık acıkmıştık, pizza yemeye gittik. Bir yandan da doğum günü tebriklerini kabul ediyordum, ilk kutlayanlar Luciana ve Agustina oldu. Agustina gün boyu eliyle hiphop hareketi yaparak “Come on Kaz, it’s your birthday” dedi 🙂 Pizza yemek üzere Dar Poeta adında bir restorana gittik, ne çalışanların tutumu ne de pizza güzeldi, o yüzden tavsiye etmiyorum.
Ardından yine otobüsle hostele döndük, verimli ve mutlu bir gün olmuştu. Gelelim günün başlığına.. Prego İtalya’da en sık duyduğumuz söz oldu. Prego, rica ederim, bir şey değil, buyurun anlamlarına geliyor ve çok sık kullanılıyor. Ben de başlığa bunu koymamın sebebi İtalya’yı hissettiğimiz, bizi içine çekip buyur ettiği gün olması.
Üçüncü Gün: Felicità!
Yoğun geçen bir günün ardından yine efsanevi bir günün sabahına uyandık. Regoli adında bir pastaneye gidip kahvaltımızı yaptık. Burayı o kadar beğendim ki İtalya’ya bir daha gelsem mutlaka gideceğim yerlerin başında geliyor. Ürünler aşırı lezzetli, çalışanlar çok sıcak, fiyatlar da uygun. Birer maritozzo ve kahve aldık ayakta yedik. İtalya’daki kafelerde ürünlerin fiyatı ayakta veya masada yemek tercihinize göre değişiyor. Ayakta yerseniz daha ucuza satıyorlar.
Maritozzo en sağdaki, içinde krema olan bir hamurişi. Krema o kadar lezzetliydi ki yemeye doyamadım! İtalyan usulü kahvaltımızı yaptıktan sonra kızlar bir şeyler almak istedi, birkaç mağaza dolaştık. Yolda giderken şirin bir Vespa‘ya rastladık ve birer fotoğraf çekildik:
Roma’da her sokakta renk renk Vespa‘lar görebilirsiniz. Luciana ve Agustina yürürken devamlı bir motorsikleti, dükkanı veya hayvanı göstererek “Que lindo!” diyorlardı. Ne kadar tatlı anlamına gelen İspanyolca söz benim de çok hoşuma gidiyordu 🙂 Roma’da Vespa’ya binmek isterdim fakat turlar çok pahalıydı vazgeçtim. Birkaç mağaza gezdikten sonra öğle yemeği için Radici adında sandviç(Panini) satan bir restorana gittik. Köfteli sandviç sipariş ettim, fiyatı 11 €’du. Öyle bir sandviç yaptılar ki ömrümün sonuna kadar o sandviçi yiyebilirdim… Köftenin kalitesi, kocaman burrata peyniri, yeşillik ve soslar… Mükemmel bir sandviçti, burası da ara sıra aklıma vuran, hep gitmek isteyeceğim bir yerdi.
Bak yine canım çekti 🙂 Afiyetle yemeğimizi yedikten sonra yine çıkıp yürümeye başladık. Roma sokaklarında bizdeki Martılar(Scooter) gibi yeşil renkli scooterlar ve bisikletler var. Roma’ya gelmeden kısa süre önce Bisiklet Hırsızları (Ladri di Biciclette) diye bir film izlemiştim. Filmde Roma’da geçiyordu ve bisiklet üzerineydi. Filmi izlerken içimden “Roma’ya gidip bisiklet binmek ne güzel olur” diye geçirmiştim ve isteğimi gerçekleştirdim! Lime isimli uygulama üzerinden bisiklet kiraladım ve bir tur attım:
Arkadaki tarihi geçitlere dikkat… Bisiklet kiralamak 2.8€ tuttu, kısa bir tur attım sonra yürümeye devam ettik. Kızlar birkaç mağazaya bakmak istediler, Zara’ya gittik ben de biraz göz gezdirdim ama fiyatlar aşağı yukarı aynıydı. Çoğu ürün zaten Türkiye’de üretiliyor o yüzden bir şey almadım, aynılarını İstanbul’da da bulabiliyordum. Bu konuya ileride yine değineceğim 🙂 Sıradaki durağımız Roma denilince ilk akla gelen yer: Kolezyum!
Kolezyum için internetten online bilet aldık. Bilet hem Kolezyum’u hem de Roma Forumunu kapsıyor ve 24 saat kullanabiliyorsunuz. Kolezyumun tünel kısmına ve Roma Forumun bazı bölgelerine giriş yapabilmek için Full-Experience bilet almak gerekiyor, eğer ilginizi çekiyorsa değerlendirebilirsiniz. İşte Colosseo metro durağı çıkışı manzarası:
Bu da Luciana’nın çektiği fotoğraf, gerçekten çok güzel değil mi?
Biraz sıra bekleyerek Kolezyum‘a giriş yaptık. MS 80 yılında inşası biten bu yapı halen dünyanın en büyük amfitiyatrosu. Dünyanın yeni 7 harikasından biri olan Kolezyum, çeşitli etkinliklerle halkı eğlendirmek, dövüş gösterileri sergilemek amacıyla inşa edildi. Vahşi hayvanlarla gladyatörlerin dövüştüğü Kolezyum daha sonraları dini ve ticari amaçlarla da kullanıldı. Kolezyumun her katını detaylıca gezdik, yorulduğumuz zaman dinlendik, su içtik. Su demişken Roma‘nın her yerinde çeşmeler var, yanınızda şişe taşırsanız doldurup ücretsiz bir şekilde içebilirsiniz. 2 saate yakın Kolezyum’u gezdik, içerideki hediyelik eşya mağazasından bir şeyler aldık ve fotoğraflar çekildik. İşte havalı bir poz: 🙂
Bunu Instagram’da Volare(uçmak) şarkısını ekleyerek paylaştım 🙂 Bu arada Kolezyum‘da antik görüntüyü bozacak demir, harç, plastik boru görünce bir miktar üzüldük ama yapının sağlam kalması için yapılan mecburen yapılmış. Kolezyum çok ciddi restorasyonlardan geçmiş, deprem sebebiyle yıkılan dış duvarın bir kısmı ise halen aynı şekilde duruyor, yani Kolezyum’un üçte biri yok gibi düşünebilirsiniz. Kolezyum öyle bir eser ki 2000 yıl önce yapılmış ve 60 bin seyirci kapasiteye sahip. Düşünün bugünün şartlarında yapılan 60 bin seyirci üzeri alan kaç stadyum var? Evet Kolezyum içinden son pozumu sizle paylaşmak istiyorum, bu sitenin meşhur pozu 🙂
Klasik pozumuzu da verdiğimize göre devam edebiliriz. Kolezyum sonrası Roma Forumu‘na geçmek istedik fakat saat geç olduğu için kapanmıştı, biletler 24 saat geçerli olduğu için ertesi gün gidecektik. Kurt gibi acıkmıştık, akşam yemeği için güzel bir restoran aradık. Yürürken kocaman bir ayna görüp hatıra fotoğrafı çektik.
Sokaklarda bir oraya bir buraya yürürken asıl ulaşmak istediğimiz restoranın karşısına vardık ve orada I Monticiani adında güzel bir Arjantin restoranı olduğunu fark ettik. Yorumlarına baktığımızda asıl gideceğimiz yerden daha iyi olduğunu fark ettik ve kader bizi buraya getirdi diye düşünüp içeri girdik. İyi ki öyle yapmışız, restoran sahibi yanımıza geldi bizle tanıştı, Luciana ve Agustina‘nın Arjantin’li olduğunu öğrenince ekstra ilgi gösterdi. Garson çok sıcak ve komik biriydi, mekanın dizaynı da hoştu ama asıl mükemmel olan şey yemeklerin kalitesiydi.
Fotoğraf ışıktan dolayı güzel çıkmamış olabilir ama yediğim en iyi lazanyaydı! Etin kalitesi, hamurun inceliği, yağın ve sosların dengesi off.. Ortaya başlangıç tabağı söyledik, tabakta; Empanada(Etli), Tortilla de papa(İspanyol omleti) ve Choripán vardı. Ben Lazanya yedim, kızlar Gnocchi(ñoquis) yediler. Keyifli bir akşam yemeği yiyip doğum günümü tekrardan kutladık. Gün boyu çok şımartıldım, her gittiğimiz yerde beni gösterip “bugün doğum günü” dediler ve hiç tanımadığım insanlar doğum günümü kutladılar 🙂 Yemek yerken yanımızda Amerikalı bir çift vardı onlarla biraz sohbet ettik, Seattle’da yaşıyorlarmış, hemen Boeing’i sordum 🙂 Bu arada Roma’da çok fazla Amerikalı, Kanadalı ve Avustralyalı turiste rastladık. Sanırım o ülkelerde en popüler tatil destinasyonu İtalya. Yemekten sonra tekrardan Kolezyum’a doğru yürümeye başladık. Kolezyum akşam ayrı bir güzel, eğer Roma’ya gelirseniz akşam mutlaka dışarı çıkın, bu şehir ışıklar altında daha bir güzel!
Bir pastaneden tiramisu aldık, kızlar üzerine mumları dikti ve doğum günümü 3 dilde kutladılar. İspanyolca: Cumpleaños Feliz! İtalyanca: Tanti Auguri A Te! İngilizceyi zaten biliyorsunuz, işte İtalyanca kutlama şöyle oldu:
Bir de sanatsal bir fotoğraf bırakıp günü sonlandırıyorum
Luciana gerçekten çok iyi bir fotoğrafçı, gezilerde yanınızda iyi bir fotoğrafçı olması büyük bir nimet! Kolyemi babaannem ben küçükken yengeç kıskacından yaptırmıştı, sadece özel günlerde takıyorum. (Burcum da yengeç bu arada ⭐ ) Böylece günü bitirdik, Luciana gece Sicilya’ya uçacaktı dolayısıyla son saatlerimizdi. Luciana Agustina ve ben son son oturup geç saatlere kadar sohbet ettik, daha sonra da Luciana’ya veda ettik.
Gelelim günün başlığına: Felicità! Mutluluk anlamına gelen bu kelimeyi kullandım çünkü gün içerisinde mutluluğu iliklerime kadar hissettim. Beni mutlu eden arkadaşlarım Luciana ve Agustina‘ya teşekkürlerimi sunarım (Muchas gracias mis amigas!)
Dördüncü Gün: Appetito!
Yoğun bir günün ardından dördüncü günün sabahına uyandım. Luciana gitmişti, Agustina ile birlikte gezmeye devam edecektik. Hazırlanıp çıktık, yol üzerinde pazara rastladık girip biraz göz gezdirdik. Roma’da ara sokaklarda pazarlara oldukça sık rastlayanbilirsiniz. İlgisini çekenler için meyve fiyatları:
Sonra bir kafeye girip kahvaltı yaptık:
İçi kremalı olanın ismi cannolo, antep fıstıklı olanları çok seviliyor ama ben sadesini denemek istedim. Tırtıla benzeyen ise coda di aragosta, kıtır kıtır bir hamur işi onu da sevdim. Daha sonra Agustina Zara’ya gitmek istedi, önceki gün aldığı kıyafeti değişecekti. Biz de Roma’nın meşhur Zara’sına gittik. Zara’ya bir göz atıp çıktım, pek bir olayı yok açıkçası bildiğimiz Zara’ların 4 katlı olanı 🙂
Zara’nın tam karşısında Uniqlo vardı, Japonya yazımı okuyanlar bilir, Uniqlo’ya bayılırım. Agustina’ya dedim ki sen işini hallet ben Uniqlo’ya geçiyorum orada biraz işim var 🙂 Kendim ve ailem için bir şeyler aldım, aldığım şeylerin hepsini çok beğendim. Ödeme adımı da çok basitti, ürünleri kasaya koyuyorsunuz RFID teknolojisiyle tarayıp fiyatı çıkarıyor ve kartla ödüyorsunuz.
Ödemeyi yaptıktan sonra mağazadaki Tax Free standından vergi iadesi formu aldım. İtalya’da alışverişlerinizde 70€ üzerinde alışveriş ederseniz %22 iade alabiliyorsunuz. Alışverişten sonra Agustina, buralarda meşhur bir sandviç dükkanı var oraya gidelim mi dedi, ben de olur dedim. Sandviççinin ismi All’Antico Vinaio, instagramda sık sık görebilirsiniz burayı. Yarım saatten fazla sırada bekleyip siparişimizi verdik. La Tricolore aldım, fiyatı 11€. Özel bir ekmeğin arasına; ince dana eti(Carpaccio di manzo) antep fıstığı, krema, peynir ve fındıkla yapılıyor. Gayet lezzetli bir sandviçti ama neticede sandviç yani pek yükselemedim 🙂
Sandviçin bize çok fazla geldi, bitiremedik. Sonra yemek üzere kalanı sarıp çantaya attık. Hostele dönüp aldığımız şeyleri bırakacak sonra Roma Forumu‘na gidecektik. Otobüse bindik, son durak olan Termini‘ye yanaştı ve iki tane görevli memur otobüsün içine girdi. Denetleme vardı! Bizim ulaşım passlarımız olduğu için sorun yoktu, denetmene kartımı gösterip otobüsten indim ama denetmen Agustina’nın kartını kabul etmedi ve ceza yazacağını söyledi. 55€ ceza yazdı, eğer şimdi ödemezseniz sizden havalimanında 105€ olarak ülkeden çıkarken tahsil edileceğini söyledi. Agustina denetmene kart satın aldığını kaçak binmediğini söylese de denetmen bunu kabul etmedi. Sizin de aklınızda bulunsun ulaşım kartlarını alıp istediğiniz gibi kullanamıyorsunuz, önce onu aktif(validite) etmeniz gerekiyor. Aksi halde cezaya maruz kalabilirsiniz.
Ceza pozumuzdan sonra devam ediyoruz, bir önceki gün yetiştiremediğimiz için Roma Forumuna bir gün sonra gittik. Roma Forumu Antik Roma‘nın çarşısı, sosyal ve ticari merkezi, bir nevi kalbi diyebiliriz. İşte Roma Forumunun girişindeki Titus Kemeri:
Bu kemer adını Antik Roma İmparatoru Titus‘tan almış ve onun Yahudi isyanını bastırması zaferine atfen inşa edilmiş. MS 82 yılında yapımı tamamlanan bu anıt, daha sonra inşa edilen zafer anıtlarına ilham vermiş. Bu kemerin içinden geçip tüm Forum’u gezdik, sonra Paletino tepesine tırmanıp Roma Forumu ve Kolezyum’a yukarıdan baktık. Bu arada İstanbul gibi Roma da 7 tepeye sahip…
Yukarıdan Roma Forumu’nu izlerken yanımızdaki bir turist şöyle dedi: Zaman makinesinde gibiyim! Hak vermemek elde değildi, o manzarayı izlerken binlerce yıl önce orada yaşayan insanları hayal edip tarihi hissettik. Paletino tepesinin bazı yerlerinde kazı çalışmaları devam ediyor, çok zengin bir tarihe sahip olduğu için halen toprağın altından bir şeyler çıkabiliyor.
Roma Forumu ve Paletino tepesinde 2 saate yakın zaman geçirdik. İyiydi güzeldi fakat bu alandaki yoğun restorasyon biraz bizi üzdü. Her yerde demirler, harçlar, borular o tarihi hissetmenizi biraz engelleyebiliyor. Hafif yorulmuştuk, Agustina o gece Malaga’ya gidecekti ve hazırlanması gerekiyordu. Aslında ben de dördüncü günde dönecektim fakat uçaklar yoğun olduğu için bir gün daha kaldım.
Hostele döndük, Agustina hazırlıklarını yaparken ben de bir şeyler yemek için dışarı çıktım. Listemde olan 50 Kalò di Ciro Salvo adlı restorana gittim. Giderken biraz izbe sokaklardan yürüdüm ama çok şükür başıma bir şey gelmedi 🙂 Restoranın kapısına geldiğimde kapıda iki garson karşıladı ve rezervasyon var mı diye sordu, ben de yok dedim, biraz bekleyin diyip içeri girdi. Bir süre sonra geri gelip “buyrun, masanız hazır” dedi. Garsona danışarak en sade pizzayı sipariş ettim. Şöyle bir şey geldi:
Bu pizza Napoli usulü(Napolitan) bir pizza, ismi Pomodorini e bufala(domates ve mozarella) Restoranın asıl şubesi Napoli’de, çalışanlar Napolili 🙂 Pizzaya bayıldım, hamuru özellikle efsaneydi. Roma’da pizzaları kesmeden servis ediyorlar, alışık olmadığım için keserken biraz zorlandım. Hayatımda yediğim en iyi pizzaydı, burayı şiddetle tavsiye edebilirim. “Il conto, per favore” dedim ve hesabı istedim. Arjantin’de “La cuenta por favor” diye hesap istiyordum, dillerin benzerliğini buradan anlayabilirsiniz. Hesap 11€ tuttu, bir başka meşhur pizzacı olan Sorbillo Roma‘yı da çok tavsiye ettiler ama oraya gidemedim, siz giderseniz aklınızda bulunsun.
Mutlu bir şekilde restorandan çıkıp hostele doğru yürümeye başladım. Yürürken köşede bir dondurmacıya rastladım, ilkten dikkat etmeyip yanından geçtim ama sonra orada sıra olduğunu görüp bi bakayım şuraya diye geri döndüm. Dondurmacının adı Gelateria La Romana internetten kontrol ettiğimde aşırı popüler bir yer olduğunu gördüm, yorumlar çok olumluydu. Ben de deneyeyim dedim, küçük(piccolo) boy bir külah aldım. Fiyatlar şu şekilde:
Fiyat pahalı gelmiş olabilir ama en küçük olana 2 top koydurabiliyorsunuz yani topu 1,5€‘ya geliyor. Orada yazan B harfi ise Netflix dizisi Bridgerton‘un B’si, dizinin konseptine uygun tatlılar da vardı dükkanda, reklam anlaşması yapmışlar sanırım. Dondurma alırken hangisini seçeceğime karar veremedim çünkü hepsi çok güzel görünüyordu, birkaç çeşit denedim ve ananasla sütlü 2 top aldım, üzerine de küçük bir krema koydular.
Dondurma nasıldı diye anlatmam gerekirse çok net bir şekilde şunu söyleyebilirim: Hayatımda yediğim en iyi dondurmaydı! Evet o ana kadar en iyi dondurmayı Arjantin(Bariloche)‘de Mamuschka’da yemiştim, yazıda da belirtmiştim. Fakat bu başka, bu dondurma tüm dondurmalara hükmeden en iyi dondurma! Eğer Roma’ya gezi planlıyorsanız en üst sıraya burayı yazmanızı şiddetle tavsiye ederim!
Dondurmayı yiyerek serin bir Roma akşamında 15/20 dakika yürüdüm ve hostele ulaştım. Agustina’yla biraz oturduk sonra vedalaştık. Günü böylece noktaladım.
Gün başlığına Appetito yazmamın sebebi ise gün boyunca çok lezzetli şeyler yememdi, Buon appetito!
Beşinci Gün: Arrivederchi!
Geldik son güne… Luciana gitti, Agustina gitti, ben kaldım 🙂 Tek başıma yarım gün geçirecektim Roma’da. Hostele yakın bir kafede kahvaltı yaptım, ismi 081 Cafè. Bu sefer değişiklik olsun diye Latte içtim(aslında Cafe Latte, çünkü Latte İtalyanca’da süt demek)
Yine bunlar da Napoliliydi, dükkanın içinde Napoliyle ilgili eşyalar, Maradona forması filan vardı 🙂 Fena değildi ama hem doymamıştım hem de son günümde daha güzel bir yer bulabilirim diye düşündüm. Yakınlardaki Gatsby Cafè adındaki yere gittim, Ginseng kahvesi ve muffin aldım, ayakta(banco) yedim. İşte size daha önce bahsettiğim ayakta ve masada fiyat farkları:
Gördünüz üzere bazı ürünlerde iki kat fark var, bu durum sizi ayakta yemeye teşvik ediyor 🙂 Ginseng kahvesini ilk defa içtim ve çok beğendim. Kafeyi de çok beğendim, tavsiye ederim.
İkinci kahvaltımdan sonra Scala Santa adında bir kiliseye gittim. Burası bence çok özel olan fakat hak ettiği değeri görmeyen bir kilise. Kutsal Merdiven anlamına gelen kilise adını Kudüs’ten getirilen 28 basamaklı merdivenden alıyor. İsa‘nın bu merdivenden çıktığına inanılıyor. Ziyaretçiler bu merdivenden dizlerinin üzerinde çıkarak her basamakta dua ediyor. Gerçekten görmeye değer bir görüntüydü.
Bakınız burada insanlar dizlerinin üzerine, basamakları dua okuyarak yavaşça çıkıyorlar. Eğer zamanınız kalırsa burayı görmenizi tavsiye ederim. Ardından hemen yakınındaki Aziz John Lateran Bazilikası‘na gittim. Burası Papalığın 4 büyük bazilikasının en büyüğü. Hem dışı hem içi adeta sanat eseri gibiydi.
Tavan dahil tüm duvarlar bu şekilde demirden işlemelerle doluydu, her bir detayı özenle tasarlanmış bir bazilika… Burada da bir müddet vakit geçirdikten sonra Roma’nın diğer tarafına gitmek üzere tramvaya bindim. Tramvayla Kolezyumun yanından geçerek güzel bir yolculukla Giardino degli Aranci‘ye ulaştım. Burası hafif tepede bulunan şahane Roma manzarasına sahip “Portakal Bahçesi” adında bir park. Ağaçlar sayesinde bol gölgeliğe sahip bu park diğer yerlere göre nispeten serin ve rüzgarlı.
Bu arada şöyle bir bilgi sıkıştırayım araya, Roma’da S.P.Q.R. yazısını her yerde görebilirsiniz. Bu ibare Roma İmparatorluğundan kalan ve Senatus Populusque Romanus (Roma Senatosu ve Halkı) anlamına gelen günümüzde halen kullanılan karizmatik bir kısaltma. Bu kısaltmayı espri amaçlı şu şekilde de söyleyen de var: Sono pazzi questi Romani (Bu Romalılar çılgın) 🙂
Karnım acıkmıştı, yakınlardaki makarnasıyla meşhur restoran Felice a Testaccio‘ya gittim. İkinci gün bahsettiğim Cacio e Pepe‘nin en iyisi burada yapılıyormuş, ben de sipariş verdim.
Beğenerek yedim ama bayıldım diyemem, biraz pahalı bir restoran. Makarnanın üzerine bir keyiflik İtalyan purosu(Toscanello-Verde Limoncello) içtim sonra da hostele doğru yola çıktım. Eşyalarımı toplayıp check-out yaptım ve hosteldeki çalışanlara memnuniyetimi belirttim. Hosteli gerçekten çok sevmiştik, arkadaşlarım da çok beğendi ve bir daha gelirsem yine burada kalırım dediler. Termini‘ye gidip otobüs bileti aldım, neredeyse her 10 dakikada bir otobüs var, tren daha hızlı ama çok daha pahalı o yüzden otobüs tercih ettim ve otobüs boştu rahat bir yolculuk yaptım. Otobüsle şehrin içinden geçerken içimde hafif bir hüzün vardı, burada yaşamak nasıl olurdu acaba diye düşündüm. Havalimanına biraz erken gitmiştim çünkü Tax Free işim vardı ve ne kadar süreceğini bilmiyordum, Atina’da kötü bir tecrübem olduğu için artık temkinli davranıyordum. THY uçuşları için Terminal 3‘ten giriş yaptım, check-in daha başlamamıştı ben de Tax Free işini halletmek için Global Blue ofisine gittim.
Görevli hemen beni karşıladı ve Tax Free makinelerine yönlendirdi, makineye pasaportu okutup birkaç bilgimi yazdım, görevli kredi kartımı istedi, okuttu ve bana geri verdi “işlem tamam” dedi. Bu kadar mı diye sordum, evet bu kadar bir hafta içinde paranız yatar dedi 🙂 Atina‘da neredeyse uçağı kaçırmama sebep olacak Tax Free işlemi yaklaşık 2 dakika sürmüştü. Nakit alsam kesinti olacaktı ben de karta yatsın istedim ve ertesi hafta kredi kartıma yüklenmişti iadem. Sonra check-inimi yaptırdım ve uçuşa çok zaman kaldığı için bir şeyler atıştırdım.
Yurt dışındaki(benim gördüğüm kadarıyla) tüm havalimanları gibi burada da fiyatlar can yakmayacak derecede, keşke bizde de öyle olsa… Yine çok zamanım vardı uçuşa sanırım biraz fazla erken gitmişim 🙂 Ben de havalimanını gezmeye başladım, nerdeyse her bir köşesine gittim. Gezerken Venchi adında bir dondurmacıya rastladım, burayı merkezde de görmüştük ama sıra olduğu için bir şey almamıştık. Bu sefer bir gireyim dedim ve orasının sadece dondurma değil aynı zamanda çikolata sattıklarını da görmüş oldum. Girer girmez çikolata ikram ettiler, çikolataya bayıldım ve biraz alıp aileme ve arkadaşlarıma götürmek istedim. Biraz pahalıydı ama kesinlikle değerdi, çok lezzetli bir çikolatası vardı. 2 top da dondurma aldım:
Buranın da dondurması çok güzel ama bi La Romano değil tabi 🙂 Dondurma tezgahının arkasındaki şey çikolata çeşmesi. Roma’daki son saatlerimi bir şeyler yiyerek geçiriyordum, hem cebimde kalan son euroları bitirmek hem de son son lezzetli ürünlerin tadını çıkarmak istiyordum. Kapıya doğru giderken Duty Free‘den geçtim, fiyatlar ateş pahası, kesinlikle hiçbir şey alınmaz 🙂 Tam kapının yanında pastane tarzı bir dükkan vardı, oradan da birkaç hamurişi alıp uçağa geçtim.
Boarding sırasında görevli ismimi okudu “Serifoglu, like Calhanoglu?” dedi, gülerek evet dedim 🙂 Hakan Çalhanoğlu İtalya’da çok meşhur, neredeyse herkes tanır. Bu akşam maçınız var, bol şanslar diye ekledi ben de teşekkür ederek uçağa bindim. Tam puchback başlayacaktı ki pilot anons etti, trafik sebebiyle 40 dakika sonra hareket edebilecekmişiz. Havacılık diliyle CTOT yemiştik yani. 2 tane orta yaşlı kadının yanına düşmüştüm, kaptanın anonsunu anlamayıp ne olduğunu sordular ben de tercüme ettim sonra da sohbete başladık Yeni Zelandalılarmış ve İstanbul aktarmalı Singapur’a gideceklermiş oradan da Auckland’a uçacaklarmış. Sohbet muhabbetle zaman geçirdik, uçak hareket etti ve uçuşa başladık. İkram geldi, tavuk menüyü seçtim:
Humusu beğendim, çikolatalı musa da bayıldım! Yerel saatle 1 gibi İstanbul’a indik ve 3 gibi de eve vardım. Dopdolu ve yorucu bir gezi olmuştu. Roma’yı ve İtalyanları çok sevdim, umarım yine gelebilirim. Gelelim teşekkür kısmına;
Roma’yla ilgili tavsiyelerde bulunan Crewlounge ekibine, iş yerinden arkadaşlara, vize ve planlama aşamalarında heyecanıma ortak olup günde reelslar yollayan Feyza‘ya ve doğum günüm için arayan mesaj atan tüm akraba ve dostlarıma teşekkürlerimi sunuyorum.
Y un agradecimiento especial:
Luciana Rumpel Nicoloff,
Muchas gracias por no dejarme sola en este viaje, por hacer más valioso el viaje, por sorprenderme en mi cumpleaños y por tomar unas fotos maravillosas. Espero que pronto volvamos a explorar otro lugar juntos. ¡Eres un buen amigo! ¿Estás listo para España? Vamoss!!
Attenzione!! Pickpocket!!! 🙂
y Agustina,
Muchas gracias por acompañarnos y acomodarnos, por hacer hermoso nuestro viaje y por esperarnos pacientemente mientras tomábamos fotos. Espero que podamos volver a encontrarnos! Come on Agus, it’s your birthday 🙂
Ne kadar harcadım?
Alışveriş ve konaklama bedeli hariç(onları kredi kartından ödedim) 250€ harcadım
Roma kaç günde gezilir?
En popüler yerler için 3 gün yeterli olur, biraz detaya inmek isterseniz bir haftaya ihtiyacınız var.
Roma güvenli mi?
Gelmeden önce izlediğim videolarda ve bloglarda okuduğum kadarıyla çok pickpocket olayı varmış ama başımıza hiç gelmedi. Kalabalık yerlerde dikkatli olmak lazım, eğer biri bul karayı al parayı tarzı numaralar yapıyorsa oraya yanaşmamak lazım.
İtalya’nın meşhur şarkısıyla Roma’nın lezzetlerini(su dahil 🙂 ) bir video haline getirdim sizinle onu paylaşmak istiyorum:
Ve son olarak çok sevdiğim İtalyanca bir şarkıyı da paylaşmak istiyorum:
Il mondo
(Dünya)
non si é fermato mai un momento,
(Bir an için bile durmadı)
la notte insegue sempre il giorno
(Her geceden sonra yeni gün başlıyor)
ed il giorno verrà.
(ve o gün gelecek)
O mondo…
(Ah dünya)
Bu şarkıyı About Time filminde duymuştum ve çok sevmiştim. Film de çok güzel, herkese tavsiye ederim.
Yazının sonuna geldik, okuduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Biraz geç yayınlayabildim çünkü çok yoğundum 🙁 Yorumlarınızı bekliyorum!
Kendinize iyi bakın 🙂
Roma non fu fatta in un giorno (Roma bir günde inşa edilmedi)
-İtalyan Atasözü