Dadaş Erzurum
Herkese merhabalar!
Yeni bir gezi yazısıyla karşınızdayım. Rota bu sefer yurt içi 🙂 Erzurum her zaman gitmek görmek istediğim bir şehir olmuştur. Memleketime yakın olması, milli mücadelede önemli rol oynaması, tarihi, kültürü, kış sporları ve Erzurumlu arkadaşlarım sebebiyle Erzurum pek de yabancı olduğum bir şehir değildi. Erzurum’a dair ilk hatırladığım anılarım babamın bal yapmaları için petekleri Erzurum yaylalarına götürmesi ve 2011 Kış Oyunları olabilir. Yine 2011 yılının eylül ayında liseye başlamıştım ve sınıfımızda Erzurumlu bir çocuk vardı, adı Servet olan ve daha sonraları yakın arkadaş olduğumuz bu çocuk bizim oralılara benzemiyordu. Bizden daha esmerdi ve lise birdeyken bile sakalları vardı. Okulumuz yatılı bir lise olduğundan ülkenin her yerinden öğrenciler vardı.
Nereden çıktı bu Erzurum?
Yukarıda belirttiğim gibi Erzurum’a mutlaka gitmek istiyordum fakat hiç sıra gelmiyordu. Arkadaşlarla(Tuncay, Mahmut, İlker, Alepren) yıl bitmeden gidelim demiştik ama hepsinin bir işi çıktı, erteledik. Bir gün Erzurumlu arkadaşım Feyza bana “Erzurum’a neden gelmiyorsun” diye sordu. Ben de “çünkü çok soğuk” dedim, o da olsun gel araba var çok üşümezsin ben seni gezdiririm dedi. Ben de ne zamandır ertelediğim Erzurum gezisi için şartların oluştuğunu ve artık gitmem gerektiğini düşündüm. Aslında o tarihlerde İsviçre’ye ve Portekiz’e gitmeyi düşünüyordum ama oralara yazın giderim diye düşünüp vazgeçtim. İsviçre yerine Erzurum’u tercih ettim dikkatinizi çekerim! Ülkemiz cennet cennet 😀
Cumartesi yola çıkıp Pazartesi dönecektim. Otel olarak Palandöken’de bir otelde kalmak istedim ama fiyatları görünce ve Palandöken’in şehre çok yakın olduğunu öğrenince vazgeçtim. Kalacak yer olarak şehir merkezindeki Otel Zade‘yi seçtim. Cumartesi sabah 7 uçağına bilet aldım ve içlik, eldiven, atkı gibi kışlık giyeceklerden oluşan küçük bir valiz hazırladım. O zaman Erzurumlu ünlü sanatçı İbrahim Erkal‘dan bir şarkıyla başlayalım:
İbrahim Erkal‘ı üniversite yıllarında çok dinliyorduk çünkü yakın arkadaşım Emrullah’ın akrabası oluyordu ve devamlı onun müziklerini açıyordu. Öldüğü zamanı da dün gibi hatırlıyorum üniversite ikinci sınıftaydık. İbrahim Erkal’a vefa olarak Hürmet adında bir albüm yapıldı ve en sevilen şarkıları birçok sanatçı tarafından seslendirildi, bir göz atmanızı tavsiye ederim.
İlk gün: Dadaş
Uçak erken olduğu için hiç uyumadan havalimanına gittim. Havalimanında iş yerinden Erkan abiyle karşılaştım o da kızıyla Rize’ye gidiyordu. Klasik pozdan verip kapıya geçtim, bu sefer pasaport yoktu tabi 🙂
Erkan abiyle kapıya geçtik, orada da ilkokul arkadaşım Nisa’yla karşılaştım, boarding işlemlerini o yaptı 🙂 Uçakta bir saat rötar vardı, biraz araştırınca düşük görüşten dolayı olduğunu anladım. Neyse sis dağılır elbet gideriz diye düşündüm. İkinci bir gecikme olmadan uçağa alındık ve havalandık. Uykum olduğu için direk uyumaya başladım, gözlerimi aralayıp şu manzarayı gördükten sonra da uykusuzluk yerini heyecana ve hevese bıraktı:
Karlarla kaplı dağlar güneş ışığında öyle bir manzara sunuyordu ki hayranlıkla izlememek elde değildi. Ben dağları dalmış izlerken anons sesiyle doğruldum, kaptan şöyle diyordu: Sayın yolcularımız, Erzurum havalimanındaki hava şartları sebebiyle Trabzon havalimanına iniş yapacağız. Daha önce de memlekete giderken uçak Samsun’a inmişti oradan otobüsle Çayeli’ne gitmiştim. Yine aynı yaparlar bizi otobüse koyarlar diye düşündüm. Yol 5 saat civarı sürse gün bitecekti. Trabzon’a indik, hava günlük güneşlik, bir taraf deniz diğer taraf yeşillik. Babam aradı gel Çayeli’ne Erzurum’a sonra gidersin dedi 🙂 Ben de ne yapsam diye kara kara düşünürken kaptandan bir anons daha geldi: “Sayın yolcularımız, yakıt aldıktan sonra Erzurum için tekrar havalanacağız” Ohh çektim içimden, vakit kaybetmeden Erzurum’a gidebilecektim. Yarım saat kadar yerde durduk, eski şirketim Çelebi uçağı hazırladı ve tekrardan havalandık. Manzarayı müzik eşliğinde sunayım size:
12 gibi Erzurum’a iniş yaptık. Uçaktan çıktım merdivenlerden inerken iyi çok soğuk değilmiş dedim. Merdivenlerden inip apronda yürürken kulağımı ve dizlerimden aşağısını bir şey ısırmaya başladı. Sanırım buna ayaz diyorlardı 🙂 O an 2017 yılından bir anı canlandı kafamda. Üniversite okurken bir dönem McDonalds’ta çalıştım, orada -20 derecede depolanan ürünler vardı ve ben de kafeci(McCafe) olduğum için haftada bir tatlıların sayımını yapıyordum. Sayım birkaç dakika sürüyordu fakat öyle soğuk oluyordu ki içerisi kat kat mont giyip eldiven takıp öyle giriyordum depoya. İşte Erzurum da ona yakın bir soğukluktaydı, ben burada nasıl hayatta kalacağım diye düşündüm 😀 İstanbul’dan ayrılırken hava 11 dereceydi, Erzurum’da ise -10 yani 20 derecelik bir fark vardı. Yanıma kalın kıyafetler, içlikler almıştım fakat uçakta bunalırım diye giymemiştim. Öğrendim ki içliksiz bu soğukla mücadele edemem 🙂
Havalimanından çıktım, Feyza beni almaya gelmişti. Arabaya biner binmez dedim ki “Feyza bu ne soğuk böyle?!” o da dedi ki “Marta kadar böyle” 🙂 Yeri gelmişken Evliya Çelebi‘nin Seyahatname eserinde Erzurum hakkında yazdığından bahsedeyim. Seyahatname’de der ki: Kedi(pisig) damdan dama atlarken, soğuktan havada donar kalır. Aylar sonra yaz geldiğinde buzları çözülür ve kedi düşer. Soğuğu etkili bir şekilde betimlemek için güzel mizah yapmış zamanında Evliya Çelebi 🙂
Hemen seni bi cağlayalım dedi Feyza ve Muammer Usta adında meşhur bir yere gittik. Feyza tatari denilen cağ çeşidinden sipariş verdi, bunun da tadına bakmanı istiyorum dedi. Tatari etin orta kısmından kesilerek az pişmiş şekilde servis ediliyor. Masaya hemen mezeler geldi, İstanbul’da bu ikram yok maalesef.. Eti yedim ama az pişmiş olduğu için bana pek hitap etmedi. Yağlı olduğundan zor çiğneniyordu o yüzden bir sonrakinde bol pişmiş ve yağsız alacağım dedim.
Restoran çok kalabalıktı, neden bu saatte bu kadar kalabalık diye sordum. Bunlar kayaktan yemek yemek için gelenler dedi Feyza. Kayak için erkenden kalkıp Palandöken’e çıkıyorlarmış, birkaç saat kaydıktan sonra acıkınca merkeze gelip cağ kebabı yiyorlar ve sonra tekrar kaymaya devam ediyorlarmış. Bunu yarın daha iyi anlayacaktım 🙂 Yemekten sonra Feyza beni otelime bıraktı yerleş, dinlen akşamüstü gezeriz dedi. Otele girdim, sıcak bir karşılamayla hızlıca check-in yapıp odama geçtim. Oda gayet büyüktü ve tasarımı hoş gözüküyordu. Sımsıcaktı oda, nasıl ısıttıklarını merak ettim ve sağa sola baktım fakat kalorifer peteği göremedim. Sonra kafamı kaldırınca tavan hizasında kocaman bir delik gördüm, oradan fersah fersah sıcak hava geliyordu. Eminim o ısıtma sistemi 5 dakika çalışmasa oda buz gibi olurdu.
Birkaç saat dinlendikten sonra tekrar Feyza gelip beni aldı ve gezmeye başladık. Sokakta yürürken dikkatimi çeken şey her tarafın buzla kaplı olması ve insanların kaldırımdan değil yoldan yürümesi oldu. Feyza’ya neden insanların veya belediyenin karları temizlemediğini sordum. O da insanlar alışmış, belediye de yapmıyor dedi. Düşünün esnaflar bile kendi dükkanlarının önündeki buzları temizlemiyor. Sokakta yürümek çok tehlikeli, devamlı tetikte olmanız lazım, kayıp ciddi sakatlanabilirsiniz. Peki neden kaldırımdan değil yoldan yürüyorlar diye sorduğumda ise eliyle çatıları gösterdi.
Evet sebebi tam olarak bu. Bu saçakların kafanıza düştüğünü düşünsenize… Benim anlamadığım ise bir sopa yardımıyla saçakları kırıp tehlikeyi önlemek mümkün ama onu da yapmıyorlar. Sanırım alıştılar veya bu durumu çok kafaya takmıyorlar 🙂 Çifte Minareli Medrese ile turumuza başladık. Feyza bana bu yapının tarihini ve işlemelerin anlamlarını detaylıca anlattı. Selçuklu döneminde yapılan bu eseri uzunca inceledik. Motifler, kullanılan malzemeler, arkasındaki kümbet… Her bir detayı çok değerli ve ilgi çekiciydi. Çifte Minareli Medrese‘nin aynısı Sivas’ta da var ve Erzurum’dakinden önce inşa edilmiş. Bence Erzurum şehrinin simgesi bu medrese.
Medresenin önündeki pozumu paylaşıp devam ediyorum, üşüdüğümü belli etmemeye çalışıyorum 🙂 İçeri geçtik, kümbet kısmını gezerken 3 tane turist kümbetle ilgili bir soru sordu, Feyza da detaylı bir şekilde açıkladı. Antalya’dan gelmişler ve çok soğuk bulmuşlar, ayrıca buzda kayıp düşmüşler… Hemen bir video ekliyorum sizin için, bunun aynısını instagram hesabımdan da paylaştım:
Sonra sırasıyla Erzurum Kalesi, Üç Kümbetler ve Erzurum Evleri’ne gittik. Erzurum Kalesi‘ne giriş ücretliydi bir de kapanış saati gelmişti o yüzden girmedik çevresini turlayıp devam ettik.
Sonra da Üç Kümbetler‘e uğradık. Kümbet denilen şey bir mezar aslında, dönemin önemli isimlerine ait taştan yapılmış anıt mezar. Erzurum’da yirmiden fazla kümbet bulunuyor ve bulunmamış olan kümbetlerin de olduğu düşünülüyor. Erzurum Evleri‘ne doğru yürüdük, burası 11 tane ev ve hanın birleştirilerek Erzurum kültürüne göre dizayn edilen bir kafe. İçeride yer sofraları, eski halılar, yöreye ait alet edevatlar var.
Burada hediyelik eşyalar da satılıyor, arkada göreceğiniz üzere kıtlama şeker var 🙂 Yer sofrasına oturup çay ve kuruyemiş söyledik. Biraz soğuktu ama Erzurum türküleri eşliğinde bir süre oturup sohbet ettik. Çayı limonlu içmeye alış dedi Feyza, Erzurum’da limon parçası atıp öyle içiyorlarmış. Biz de aile evinde limonlu içerdik ama İstanbul’da bırakmıştım limonu. Erzurum’da kafe ve restoranlarda çayın yanında limon da getiriyorlar. Buradan çıktıktan sonra tekrar cağ kebabı yiyelim dedik ve bu sefer Çınar adında farklı bir restorana gittik. Bu sefer yağsız ve iyi pişmiş istedim, gayet beğendim.
Üstüne de Erzurum’un meşhur tatlısı olan kadayıf dolmasından yedik. Yanında da limonlu çay içtik tabi 🙂 Kadayıf dolması biraz ağır geldi bana açıkçası, ben zaten sütlü tatlıları daha çok severim… Bir yandan ertesi günün planını yapıyorduk, kayak için bir eğitmen bulduk saati 3000₺‘ye eğitim veriyormuş, 2 saat ders yaparız anca kaparsın dedi. Ben tam alsam mı almasam mı diye düşünürken Feyza, bi bekle sen akşam haber vereceğim dedi. Restorandan kalktıktan sonra Atatürk Üniversitesi turu yaptık. Gerçekten büyük bir kampüsü vardı, buradan okuyan arkadaşlarıma fakültelerinin fotoğraflarını atıp “özlemişsinizdir” yazdım 🙂 Otele geçtim ve dinlenmeye koyuldum. Feyza aradı ve eniştesinden rica ettiğini, yarın bana kayak dersi vereceğini söyledi. Ertesi gün için sözleştik, hiç uyumamıştım o yüzden erkenden yattım. Tarih 21 Aralık’tı yani kuzey yarım kürede en kısa gün/en uzun gece. En kısa günü çok verimli bir şekilde değerlendirip gecesinde de uzun ve deliksiz bir uyku çektim. Geçen sene aynı gün ise Arjantin’deydim, orada da en uzun günü yaşadım. Böyle tesadüfler hoşuma gidiyor ve anlamlı geliyor 🙂
İkinci Gün: Dağ!
Sabah erkenden uyanıp kahvaltı için otelin terasına çıktım. Kahvaltıyı beğendim gayet çeşitliydi, Erzurum küflü peynirini ilk orada tattım. Kahvaltıdan sonra sıkıca giyindim ve Feyza beni aldı. Palandöken’e doğru yola çıktık, on dakika kadar sonra dağa ulaştık. Erzurumlular Palandöken’e kısaca ‘dağ’ diyorlar. Fark ettiniz mi, on dakika sürdü yolculuk, sadece 10! Şehir merkezine en yakın kayak merkezi Erzurum’daki Palandöken’miş. Önceki gün dağdan cağ kebap yemeye gelenleri şimdi daha iyi anlamıştım. Otoparka arabayı park edip ringe bindik, tesislerle otopark arası devamlı ring var. Tesislerin orada Yüksel abi bizi karşıladı ve hadi ekipman kiralayalım dedi. Ekipman kiralamak için tesise girerken Sabri Sarıoğlu‘yla karşılaştık, o da çocuğuyla binadan çıkış yapıyordu 🙂 Kayak botu, salopet ve kayak boardu kiraladık. Mont kiralamana gerek yok seninki yeterli dedi Yüksel abi. Kask da Yüksel abide fazladan var diye kiralamadık. Şimdi sırada skipass vardı, ilk etapta öğrenmek için acemi pistinde kayacaktık o yüzden 2 saatlik halı pass aldık. Fiyatlar şu şekilde:
Biletleri aldıktan sonra kayakları elimize alıp yürüyen banda binerek yaklaşık 100 metre yukarı çıktık. Yüksel abi karşıma geçti ve önce kayakları giymeyi öğretti. Sonra kayakları ters V yaparak kar sapanı pozisyonuna çalıştırdı. İlk inişimde dengemi kuramadım ve düştüm. Yüksel abiye baktım, merak etme daha çok düşeceksin dedi 😀 İki üç derken pozisyon oturmaya başladı. Feyza dedi ki ilk kez kayan birine göre hızlı öğreniyorsun. Sizce nasılım? 😀
O an acaba bugüne kadar neden kayak yapmadığımı düşündüm. Kış tatili sınıfsal mıydı? Hayır değil, sanılanın aksine o kadar pahalı bir aktivite değil aslında. Kocaeli’de dört yıl okudum ve Kartepe yanı başımdaydı, gidebilirdim. Hadi o zaman öğrencilik, 5 yıldır İstanbul’da yaşıyorum, Uludağ’a gidebilirdim. Bu yazıyı okuyanlardan ricam, eğer hiç gitmediyseniz bu kış bitmeden yaşadığınız yere yakın bir kayak merkezine gidip kayın. İnanın pişman olmayacaksınız!
İşte halı denilen biletle bu şekilde yukarı çıkılıyor ve oradan aşağı iniliyor. Yeni başlayanlar için ideal. Burada birkaç tur attıktan sonra Yüksel abi, hadi teleferikle üste çıkıyoruz dedi. Nasıl yani en üste mi dedim, yok orta seviyeye çıkacağız Ejder kapalı zaten şu an dedi. Ejder dediği yer zirve, tam 3200 metre. Teleferiğe bindik, yaklaşık 15 dakika süren huzur dolu manzaralar eşliğinde bir yolculuk yaptık.
Teleferikten inip dışarı çıktığımda ilk gün hissettiğim soğuğu bir kez daha hissettim. Alt tarafta kayarken pek üşümemiştim. Bunun sebebi devamlı hareket halinde olmamdan ya da aşağısı çok soğuk değildi. Yukarı çıktığımızda hava en az 10 derece daha soğuktu. Pistin başına geçtik, aşağı doğru bi baktım ki dik ve virajlı bir yol. Dedim ki “Yüksel abi ben buradan kayamam” o da “sorun yok ben sana yardım edeceğim” dedi. Önüme geçip batonlarını bana uzattı, onları tutarak hafif kontrollü bir şekilde pistin ilk kısmını kaydık. Orada bir kafe vardı, mola verip sıcak çikolata içtik. Soğukta sıcak çikolata iyi gidiyor 🙂
Moladan sonra tekrar kaymaya devam ettik, Yüksel abi beni bıraktı sen kayarsın dedi. Ben de yavaşça kaymaya başladım, ilkten güzel gidiyordu fakat bir müddet sonra eğim artmaya başladı. Kar sapanı tekniğiyle yavaşlayamıyordum, hızlandıkça dengeyi sağlayamadım ve düştüm. Kayaklar ayağımdan çıkmıştı, kalkıp kayakları taktım ve tekrar kaymaya devam ettim. Aşağıda virajlı bir kısım vardı orada bir daha düştüm 🙂 Bu sefer kayakları giyemedim çünkü kaygan bir yerdi kayaklar sabit durmadığı için tam ayağıma oturtamıyordum. Benim cebelleştiğimi gören biri geldi ve giymeme yardım etti. İlk sefer için zor yerden başlamışsın dedi 🙂 O kısımdan sonrasını hiç düşmeden güzelce kaydım. Son kısımda şöyle bir manzara çıktı karşıma:
Bunu ben kayarken çekemedim, telefonu elime alırsam düşerim diye düşündüm 🙂 Feyza çekip bana gönderdi sağolsun. Pisti bitirdik, Yüksel abi çoktan inmiş bizi bekliyordu. Nasıldı diye sordu, ben de “birkaç defa düştüm ama çok keyifliydi” dedim. O zaman hadi bir daha çıkıyoruz dedi. Bende biraz hamlıktan dolayı kas ağrısı vardı bir de yine düşerim bu sefer sakatlanırım diye cesaret edemedim. Siz çıkın ben burada takılırım dedim 🙂 Onlar teleferikle çıkıp bir tur daha indiler ben de alt kısımda biraz kaydım, biraz oturdum zaman geçirdim. Çok geçmeden Yüksel abiyle Feyza kayarak geldi. Hepimiz acıkmış ve yorulmuştuk, hep birlikte yemek yemeye gidelim dedik. Tatlı bir kar yağışı başlamıştı, özleyenler için videosunu paylaşayım:
Yemek için gittiğimiz yer tadilattaymış, Yüksel abi ben eve geçeyim dedi. Biz de Feyzayla Sway Otel‘e gittik. Sway benim kalmak istediğim oteldi ama çok pahalı olduğu için vazgeçmiştim. Madem kalamıyorum bari restoranında yemek yiyelim diyerek girdik oturduk. Arka kısmında kendi pisti ve teleferik sistemi olduğunu gördüğümde neden buranın bu kadar pahalı olduğunu anladım. Bakınız:
Bu otelde kaldığınızda ayrıca havalimanı transfer ve skipass gibi olanaklar da bedava sunuluyor. Bir de akşamları DJ performanslar ve konser etkinlikleri oluyor. Elbet bir gün Sway… Burada bir şeyler yedik üzerine de aperol & puro keyfi yapıp İtalya anılarımızdan bahsettik. İkimiz de yorgunduk, Feyza daha çok kaydığı için daha çok yorulmuştu, beni otele bırakıp evine geçti.
Ben de güzelce dinlenmeye koyuldum. Uzanıp Real Madrid‘in maçını açtım onu izledim, dinlenme moduna geçtim. Akşam yemeği için dışarıya çıkacaktım, çıkmadan telefonumu biraz şarj edeyim dedim. Bir baktım şarj aleti yok ve şarjım %5 kalmış 🙂 Sabah Feyza şarj aletini yanına al lazım olabilir demişti, aldım ama hiç lazım olmadı ve üstelik arabada unuttum 😀 Hemen resepsiyonu arayıp sizde şarj aleti var mı dedim, sadece C-type var bizde dediler benim telefonuma uymuyordu. Neyse ben çıkıp yemeğimi yiyelim dedim yapacak bir şey yok.
Otelin hemen yanında Dönerci Hacıbaba diye bir mekan vardı oraya gittim. Hoş geldin dediler, “hoş buldum, yemek yemeye geldim ama telefonumu şarj etmem lazım” dedim. Geç otur hallederiz dediler, şarj aletim yok yalnız dedim, sıkıntı yapma buyur otur dediler ve telefonumu aldılar. Porsiyon et döner söyledim yanında da ayran. Telefonum şarjda olduğu için fotoğrafını çekemedim ama Erzurum’da yediğim en güzel şeydi. Üzerine bir de fıstıklı basma kadayıf yedim, keyfim yerindeydi şarj işini halletmiş ve karnımı doyurmuştum. Otele geri döndüm ve buralarda hediyelik eşya alabileceğim bir yer var mı dedim, kadayıf dolması ve oltu taşı için yer söyledi ama şimdi kapalıdır dedi. Neresi açıktır şimdi peki dedim, Erzurum Evleri var oraya gidebilirsiniz dedi 🙂 Ben de yola koyuldum, buzlu ve saçaklı yollardan dikkatli bir şekilde yürüyerek mekana ulaştım. Oradaki garson beni tanıdı, siz dün bacımla gelmiştiniz dedi, evet dedim 🙂 Canlı müzik varmış, oturdum dinlemeye koyuldum. Masaya semaver, patlamış mısır ve kavurga geldi.
Kavurga bu yörelerde tüketilen kavrulmuş buğday. Kuruyemiş niyetine yeniliyor ve soğuğa karşı direnç sağladığı düşünülüyor. Bana biraz kuru geldi pek yiyemedim. Çayı ise limonlu içmeyi adeta alışkanlık haline getirmiştim. Kıtlama şeker de gelmişti, denemek istedim ama ne kadar yapabildim bilemiyorum 🙂 Müzik yapan grup hep halay havaları, doğu şarkıları çalıyordu, artık içim şişmişti 🙂 Soliste gidip “repertuarınızda Karadeniz müziği var mı acaba” dedim, o da tabi ki çalarız dedi. Bir müddet sonra iki tane Karadeniz şarkısı çaldı.
Bu şarkıyı Resul Dindar‘dan dinlemeye alıştığım için biraz garip geldi ama yine de bildiğim müziği duymak mutlu etti. Bunu bir de Gülbeyaz dizisinde Kazım Koyuncu seslendirmişti.
Bu sahneyi her izlediğimde duygulanırım… Bu arada Kazım Koyuncu ile ilgili bir yazı yazmayı düşünüyorum, ne dersiniz? Sonra da İmera Fera çaldılar, teşekkür edip bahşiş verdim ve otele geri döndüm. Sıcak bir duş alıp uyudum, yoğun bir gün olmuştu.
Üçüncü Gün: Gidirem!
Kalkıp kahvaltımı yaptım ve odayı toparladım. Otelden çıkış yaptım, Feyza beni aldı MNG adında bir alışveriş merkezine gittik. Orada oturup bir şeyler atıştırdıktan sonra havalimanına geçtik. Havalimanı da Palandöken gibi şehre çok yakın, 10 dakika sürüyor yol. Tam saatinde kalktık, hiç gecikme olmadı. İşte kalkış videosu:
Önümde oturan çocuk telefonundan uygulamayı açmış uçağın hızını takip ediyordu 🙂 Benim de gözüm gitti uçuş boyunca, güzel fikirmiş… İstanbul’a indik, hava Erzurum’a göre sıcak geldi bana 🙂 Bir gezinin daha sonuna gelmiştim. Erzurum’a yine yolum düşecekti şüphesiz, bu şehri bir de baharda görmek isterim.
Yılı bu seyahatle kapatıyorum, 2025’te yeni gezilerde görüşmek üzere! Yeni yıl hepiniz için sağlıklı, mutlu ve bereketli olsun. Herkesin yeni yılını kutlarım!
İşte MyFlightRadar uygulamasındaki güncel uçuş verilerim:
Gelelim teşekkür kısmına;
Bana tavsiyeler verip geziye hazırlayan iş arkadaşım Aziz’e,
Erzurum gezime teşvik eden ve birçok tecrübesini paylaşan(kendisi şu an Rusya turunda, iyi gezmeler dilerim:) ) Tuncay’a,
Sabırla kayak eğitimi verip yardımcı olan Yüksel abiye,
Başta Otel Zade personeli olmak üzere Erzurum’un misafirperver sıcakkanlı insanlarına teşekkürlerimi sunuyorum.
Ve Feyza Hocam:
Beni davet edip arabanla her yere götürdüğün için, şehri detaylıca tanıtıp rehberlik yaptığın için, kayak deneyimime vesile olduğun için, misafirperverliğin, nezaketin ve hoş sohbetin için çok teşekkür ederim. Genden sahab ol!